Bunu takiben Pesah
akşamı evveli anam bizi babamla hamama yolluyor. Türk hamamı gerek Müslüman ve
gerek Yahudi dininde aile hayatında özel bir yeri vardır şöyle ki; Müslüman
dininde namaz evvelisi abdest almak olduğu gibi kadın ile münasebette bulunacak
erkek, kadın ondan evvel hamamda yıkanır arılanır.
Yahudi dininde
aynı şekilde kadın yıkandıktan sonra ayrıyeten Tevvila denilen Yağmur suyundan
doldurulmuş hamamda özel bir odada bulunan soğuk su ile dolu havuzda kendini
birkaç kere daldırır arılar. Bu anane ve din biz Yahudilerde asırlar boyu
gelmiş böyle gider. Hamamın ailede diğer sosyal yeri, ekseri evlerde halen akan
su musluğunun bulunmamasıdır. Bu sebepten dolayı hem temiz, hem semiz, hem
sıcaktır bizim hamam.
Hamam biz
küçük adımlarımızla uzak görülürse de aslında yakınımızda. Annemin hazırladığı
çamaşır paketi koltuk altında babamla biz el ele vermiş Milli, Çiçek sineması
caddesinden geçip meşhur Tahta Minare Camisinin yakınında onun ismi ile tanınan,
sabahleyin kadınların, akşamüstü erkeklerin gittiği Tahta Minare Hamamının
kapısına geldik. Bu kapıyı daha küçük yaşlardan annem ile geldiğim zamanlardan
gayet iyi tanırım, ta ki Hamam anası bir gün gelecek sefere babanı da getir
deyinceye kadar.
Babam büyük Kapı’nın sarı bronz el tokmağını
iterek açtı, hemen ardından gelen cam çerçeveli kapıyı açan tellak bizi içeri
buyur eder. İçeri girdiğimizde Hacı Şakir beyaz sabun kokusu ile birlikte tatlı
sıcak hoş bir hava vücudumuzu sararıyor. Paltolar alınıyor, ayakkabılar
çıkarılıyor, ince keçi derisinden yapılmış büyük boy kahve siyah renkli
pantuflalar ayağımıza yerleştikten sonra yandaki süslü oyulmuş hamam saatinin
önünden geçip yarıya kadar cam pencerelerle ayrılmış küçük soyunma odalarına
çıkıyoruz.
Babam bizleri
soyup altımıza sarı, kırmızı, mavi karolu keten kumaştan yapılmış peştamalları
boyumuza göre ayarlayıp belimize sarmaladıktan ve kendisi de aynı şekilde peştamalını
sarıp sarmalandıktan, odadan çıkıp Hamam ağasına saat ve paralarını teslim edip
küçük bir dolap anahtarı aldıktan sonra kara tahta takunyalarla Çak, Çak, Çık, Çlak
hamamın mermerden yapılmış tabanından doğru hamamın kalın ağır tahtadan yapılmış
giriş kapısına yönlendik. Kapı kalın bir demir yayla kapandığı için tahtadan
yapılmış kulpundan açmak kuvvet ister, Yani çocuk kuvveti yetmez.
Tellaklardan kara
bıyıklı birisi kapıyı açar ve biz soğukluktan geçerken havada çürük yumurtaya
benzer bir koku ile ikinci ana hamam kapısına doğru ilerlerken bu kokunun daha ileri
yaşlarda öğrendiğimde, bunun ‘’Hamam otu’’ denilen mavi yeşil çamur şeklindeki
ilacın küçük odacıklarda vücut kıllarını temizlemek için sürüldüğü yer idi
Türk erkek ve
kadınında koltuk altı ve apış arası kıl olmaz; bu bir ananedir, böyledir.
En nihayet hamamın
boğucu sıcağına girdik. Hamam bütün yerler beyaz Marmara mermerinden yapılmış tabanı,
ortada aynı şekilde çokgen şeklinde yine aynı mermerden yapılı Göbek taşı, etraf
bölümlenmiş açık odalar duvar dibinde yekpare mermerden kurna ve sarı pirinç
soğuk, sıcak su akan musluklar. İlkin bizler babamla göbek taşına oturup alttan
gelen sıcaklığı hissettikçe vücuttan süzülen ter damlaları ile hafif, hafif vücuda
geçirdiğim el hareketleri ile siyah kir makarnaları peydahlanmağa başladı. Bekledikçe
vücudum daha da ısınıyor ve terliyor nefes almak ağır. Kimi bekliyoruz? Sormama
kalmadı uzun boylu sıska vücutlu siyah bıyıklı tellak, haydi beyefendi
geçebiliriz der ve takunyaları ıslak mermerin üstünde kaydırarak kurnaya doğru
yollandık.
Tellaklar Türk
hamamının orta direğidir. Meslek olarak çok eskilere dayanır, Anadolu’nun bazı
yerlerinde aile mesleği gibi nesilden nesile geçer. Meslekleri nöbetleşe, ya
dışarıda holde, ya da soğukluk veya hamam içinde kese, sabunlamak yıkamak ve
bazen sabunla vücut masajı yapmaktır. Buna göre bahşişini alırlar.
Kurnanın
başına geldiğimizde tellak eline aldığı kalaylanmış tası kurnaya daldırıp
çabukçu bir hareketle kurnanın iki taraf mermerlerinin üstüne su döküp
oturmamızı gösteriyor. Bu arada babam sırtını dönüp soğukluğa yönlendi Tellak eline
aldığı siyah kumaştan yekpare eldiven şeklindeki keseyi eline geçirip yüzümden boynuma,
boynumdan göğsüme, göğsümden el ve
bacaklarıma bir ileri, bir geri hareketlerle habire sürtüyor, tırmalıyor ve
habire simsiyah makarnalar çıktıkça sanki vücudum hamamın sıcak buharını daha
da hisseder oluyor. Kese her ne kadar uzun sürmüyorsa da acıyor.
En nihayet
işkence bitti, sıra sabunlamağa gelince bir derin nefes aldım. Acıyor! Kime söylersin, adamı görmekten korkuyorum. Babam
nerede? Soğuklukta halen, dönmedi ki
diyeyim. Tellak efendi peştamalını eli ile ortaladıktan sonra çömelip iki
bacağının arasına kalaylanmış yuvarlak derin kürenin içine sıcak su koyup beyaz
Hacı Şakir kokulu beyaz sabunu koyup elindeki beyaz uzun yumuşak liflerden yapılmış
süpürgeye benzer lifi ile bir el çabukluğu ile o küreyi beyaz sabun köpüğü ile
doldurdu. Yallah başıma vücuduma bu lifle sürüp sürmeledikten sonra, su
taslarını boşalttıktan sonra, başımda ağır sert sabun kalıbını hissetim. Yahu
bu adam ne yapmak istiyor? Bütün hayatım için mi yıkamak istiyor? Sıkılmağa
başladığım anda beyaz lif süpürgesinin köpükleri bütün vücudumu tekrar
okşadıkça o kesenin tırmıklarını, kalıp sabunun kafamdaki incitmesini unutup
bir tatlı rehavet hissettiğim anda, yallah tekrar su çağlayanı üstümde, tellağın
kırışmış elleri yüzümde, gözlerimi silerken hafiften haydi sıhhatler olsun
küçük bey fısıltısını duydum. O anda içimde bu adama karşı bir minnet hissetim.
Aynı tempo ve
şekil ile kardeşimi yıkadıktan sonra babamın bize doğru geldiğini gördüm. Babam
rehavetteki işini bitirmiş o da kurnanın yanına oturdu. Buhar tutmuş
gözlüklerini çıkardıktan sonra tellak bir temiz kese yaptıktan ve sabunladıktan
sonra hepimize birer ılık su tası atar ve
“BEYLERE
SIHHATLER OLSUN, BAHŞİŞİMİ UNUTMAYIN’’ der bizleri bir bir kaldırır. Soğuklukta
bizleri başka siyah bıyıklı tellak karşılar ve maharetli el hareketleri ile ısıtılmış
mis kokan havlu ve peştamallar ile sarıp sarmalar, sanki yeni doğmuş bebekler
gibi takunyalar ayakta tak, tak, çlak, çlak, tak, tak kalın ağır tahta çıkma
kapısına doğru. Dışarıya çıkışta sanki başka bir dünyaya ayak basmış hissine
kapıldım. Daha serbest nefes alıyor, bütün vücudum soluyor.
Soyunma
odasına girdiğimizde bizi yine başka bir tellak karşıladı, üstümüzdeki havlu ve
peştamalları el çabukluğu ile çıkarıp değiştirdikten sonra artık ne hal ne
mecal kaldığını hissettim. Oradaki sert sedire uzanıp uyumak isterken babamın
ısmarladığı Olimpus Gazozu gelir bir temiz yudumlarken uykuda gitti, rehavette.
Babam yüzümüze bakıp tatlı bir tebessümle yumuşak ellerini başımızda gezdirip
eğilip öptü. Haydii tekrar paltolar kazaklar, golf pantolonlar, çoraplar, ayakkabılar,
bahşişler verilip büyük camlı kapıdan dışarı, haydi HEPİMİZE SIHHATLER OLSUN.
En nihayet
Pesah akşamına dayandık. Aileden kimse Sinagoga gitmez. Bizim Yasef bir temiz
giydirildikten sonra haydi sinagoga. Doğruya Mahazike Tora öğrencisi, hem de bu
akşam babam agadayı yalan söylemeden okumaya başlayacak.
“SALYENDO DE
ARVİD KUENDO SESKURESE’’.
Sinagog dönüşü
evde büyük hazırlık var. Dayımlar, teyzelerim, anneannem, her zaman gidip
gelmemiz olmayan büyük amcam ve ailesi, sözde kendini fanatik Müslüman zanneden
Mehmet amcam ve ailesi, birkaç akraba, velhasıl bir büyük hareket bir büyük
bereket.
Herkes bayram
akşamı şıklığı içinde… Mutfak ufakta olsa herkes harıl harıl çalışıp son
hazırlıklar tamamlanıyor.
Annemin
yanakları pembe pembe, anlaşılan sıkı çalışıyor. Her şeyin tam ve güzel
olmasına gayret ediyor. Açılmış ve eklenmiş masalara beyaz örtüler, set
tabaklar, bir veya iki çeşit zira bu kadar kişi için tabak çatal ancak
getirilenlerle olması mümkün. Ben ki herkesin sevabını almak için sinagoga
gittim eve dönüşümde ve herkesin ellerini öpüp dualarını aldıktan sonra...
Her şey yerli yerine
konmuş vakit te ilerledi. Karar çıktı, herkes masa etrafına oturur ve babam her
zamanki gibi masa başına yerleşir, kendi ciddiyeti ile Agada kitabını önüne
koyar ve herkesin sessizliğini ıstar, zira Mösyö Nisim Agadayı okuyacak.
İbranice, tercüme İspanyolca harflerle okumasını bilen o. Zaten herkesin ona
daima özel bir hürmeti ve saygısı vardır.
Her sene gibi
hafiften yalan olmayan kelimelerle (Çünkü sinagoga giden bir ben vardım)
Salyendo de
arvid denir ve şaraphaneden alınan büyük galon şişe şarabından önündeki bardağı
doldurur ve diğer erkeklerin önündeki bardaklar doldurulduktan sonra Mehmet
amcam bütün ciddiyeti ile başında takkesini düzeltip babamın hazırlıklarını takip
etmektedir.
Nihayet agada
başlamıştır. İlkin eller yıkanacak, bunun için bu senelerde halen evlenmemiş
olan annemin küçük kız kardeşine bu vazife verildi. Başına hafif tül atmış,
omuzunda havlu elinde bir bakır maşrapa, diğer elinde küçük bir leğen bütün erkeklerin
ellerine su atar ve omuzundaki havluyu sunar. Herkes ona ALOTRO ANYO NOVYA
SERAS İTEVEREMOS der onu takdis ederler. Bu olay daha ileri senelerde ailedeki
genç kızlara geçecektir. Bir ananedir bu böyle gelmiş, böyle gider.
Bu sene kış
çok soğuk geçti manavlara marul ve kereviz gelmedi. Fakat bu demek değil ki maror
olmayacak. Biz Yahudiler her şeyi yaratırız hallederiz. Kıvırcık salata marul
yerine ve maydanoz, kereviz yerine niçin olmasın.
Agada her sene
ki tempo ve makamla herkes tarafından söylenmeğe başlar birinci ve ikinci
paragraflar İbranice ve İspanyolca söylendikten sonra iş babama kalıyor. Herkes
elindeki Latince yazılı küçük kitapçıklardan okur, okumazlar ve bütün iş babama
kalıyor, ta ki on dayak kısmına geldiğinde. Her seneki gibi herkes ya başını
öne eğer, kadınlar elleri ile yüzlerini kapar, biz çocuklar korku ile parmaklar
arasından babamın fincan içindeki sirkeyi leğene parmağı ile fışkırtmasına
gizliden bakıyoruz.
Babam bu vazifeyi bitirip ellerini yıkadıktan
sonra tekrar kendi ciddiyeti ile devam etmek ister ancak etraf sıkılmaya
başlamıştır. Sesler gelmeğe başlar, biz çocuklar birbirimizi itiyor veya
kahkahalarla gülüyoruz. Babam bir ciddiyetle Agadayı keser, bekliyor. “Haydi,
mösyö Nisim nosekere Espanyol en ebrö ya mos abasta’’ der ve devam edilir.
En nihayet son
görülmüştür. Her sene söylenen ve tekrarlanan cümle bu senelerde bizimkiler
için biraz zor “ESTE ANYO AKİ, AL ANYO
VINYENDO EN TIERRA DE ISRAEL IJOZ FORROZ” Bizler bu vazifeyi yaptık ve döndük
kolay olmadı. Babamın artık yüzü gülüyor, herkese salatanın yaprakları dağıtıldı,
herkes siyah kuru üzümden yapılmış ‘harose’te’ daldırır yer ve dua eder. Nihayet
lokma (Bokado), babam her seneki alışkanlığı ile bir parça matsa, bir veya iki
salata yaprağına biraz harosi. Bu sene galiba muzipliği üstünde daha evvelden
mangaldan alıp sakladığı bir küçük kömür parçasını anneannemin bokadosuna
yerleştirir ve kendi ciddiyeti ile sunar ve dudak altından güler, gerisi malum.
Artık herkesin
karnı acıktı. Yemekler her senenin aynı standart yemekleri ise de herkes bu
yemekleri severek bekliyor. Herkes aç. Her sene çeşit olarak ne azalır ne eksilir,
yalnız çoğalır aile büyüyor.
Yumurtalar, bimueloslar,
bimuelos kon ispinaka, ancusas de ispinaka, ancusas de pırasa, pişkado de agristada,
karne yahni, tavuk agristada, yuvarlak sert matsalar, bazen şemura ekmek
parçası amotsi berahası için. Herkes memnun, herkes sevinç içinde herkesin yüzü
gülüyor. EL KAVRETIKO KEME MERKO MI PADRE, UNO ES ELKRİADOR. Sevinç dolu
seslerle söylendi. Artık vakit geç, saatler ilerledi. Herkes birbirini takdis
eder ve evli evine köyü köyüne, yarın yeni bir bahar günü.
ALOTRO ANYO
KEMOZAYEĞE EL DYO KONTODOS JUSTOS. AMEN !!!!!
Bütün bir
hafta hamursuz evde, hamursuz sokakta en nihayet buda biter. Hamursuzun son
gecesi eğer yağmur yağmıyorsa çayır olan yerlerden ot demetleri toplanır.
PRZINAĞUA çekmece ve babaların pantolon ceplerine doldurulup bolluk, sıhhat ve
hayırlı işler dilenir. Ondan sonra neden evde dolapta karınca var diye sorulur
tartışılır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder