12 Şubat 2014 Çarşamba

10-Pesah evveli hamam sefası



Bunu takiben Pesah akşamı evveli anam bizi babamla hamama yolluyor. Türk hamamı gerek Müslüman ve gerek Yahudi dininde aile hayatında özel bir yeri vardır şöyle ki; Müslüman dininde namaz evvelisi abdest almak olduğu gibi kadın ile münasebette bulunacak erkek, kadın ondan evvel hamamda yıkanır arılanır.

Yahudi dininde aynı şekilde kadın yıkandıktan sonra ayrıyeten Tevvila denilen Yağmur suyundan doldurulmuş hamamda özel bir odada bulunan soğuk su ile dolu havuzda kendini birkaç kere daldırır arılar. Bu anane ve din biz Yahudilerde asırlar boyu gelmiş böyle gider. Hamamın ailede diğer sosyal yeri, ekseri evlerde halen akan su musluğunun bulunmamasıdır. Bu sebepten dolayı hem temiz, hem semiz, hem sıcaktır bizim hamam.

Hamam biz küçük adımlarımızla uzak görülürse de aslında yakınımızda. Annemin hazırladığı çamaşır paketi koltuk altında babamla biz el ele vermiş Milli, Çiçek sineması caddesinden geçip meşhur Tahta Minare Camisinin yakınında onun ismi ile tanınan, sabahleyin kadınların, akşamüstü erkeklerin gittiği Tahta Minare Hamamının kapısına geldik. Bu kapıyı daha küçük yaşlardan annem ile geldiğim zamanlardan gayet iyi tanırım, ta ki Hamam anası bir gün gelecek sefere babanı da getir deyinceye kadar.

 Babam büyük Kapı’nın sarı bronz el tokmağını iterek açtı, hemen ardından gelen cam çerçeveli kapıyı açan tellak bizi içeri buyur eder. İçeri girdiğimizde Hacı Şakir beyaz sabun kokusu ile birlikte tatlı sıcak hoş bir hava vücudumuzu sararıyor. Paltolar alınıyor, ayakkabılar çıkarılıyor, ince keçi derisinden yapılmış büyük boy kahve siyah renkli pantuflalar ayağımıza yerleştikten sonra yandaki süslü oyulmuş hamam saatinin önünden geçip yarıya kadar cam pencerelerle ayrılmış küçük soyunma odalarına çıkıyoruz.

Babam bizleri soyup altımıza sarı, kırmızı, mavi karolu keten kumaştan yapılmış peştamalları boyumuza göre ayarlayıp belimize sarmaladıktan ve kendisi de aynı şekilde peştamalını sarıp sarmalandıktan, odadan çıkıp Hamam ağasına saat ve paralarını teslim edip küçük bir dolap anahtarı aldıktan sonra kara tahta takunyalarla Çak, Çak, Çık, Çlak hamamın mermerden yapılmış tabanından doğru hamamın kalın ağır tahtadan yapılmış giriş kapısına yönlendik. Kapı kalın bir demir yayla kapandığı için tahtadan yapılmış kulpundan açmak kuvvet ister, Yani çocuk kuvveti yetmez.
  
Tellaklardan kara bıyıklı birisi kapıyı açar ve biz soğukluktan geçerken havada çürük yumurtaya benzer bir koku ile ikinci ana hamam kapısına doğru ilerlerken bu kokunun daha ileri yaşlarda öğrendiğimde, bunun ‘’Hamam otu’’ denilen mavi yeşil çamur şeklindeki ilacın küçük odacıklarda vücut kıllarını temizlemek için sürüldüğü yer idi
Türk erkek ve kadınında koltuk altı ve apış arası kıl olmaz; bu bir ananedir, böyledir.

En nihayet hamamın boğucu sıcağına girdik. Hamam bütün yerler beyaz Marmara mermerinden yapılmış tabanı, ortada aynı şekilde çokgen şeklinde yine aynı mermerden yapılı Göbek taşı, etraf bölümlenmiş açık odalar duvar dibinde yekpare mermerden kurna ve sarı pirinç soğuk, sıcak su akan musluklar. İlkin bizler babamla göbek taşına oturup alttan gelen sıcaklığı hissettikçe vücuttan süzülen ter damlaları ile hafif, hafif vücuda geçirdiğim el hareketleri ile siyah kir makarnaları peydahlanmağa başladı. Bekledikçe vücudum daha da ısınıyor ve terliyor nefes almak ağır. Kimi bekliyoruz? Sormama kalmadı uzun boylu sıska vücutlu siyah bıyıklı tellak, haydi beyefendi geçebiliriz der ve takunyaları ıslak mermerin üstünde kaydırarak kurnaya doğru yollandık.

Tellaklar Türk hamamının orta direğidir. Meslek olarak çok eskilere dayanır, Anadolu’nun bazı yerlerinde aile mesleği gibi nesilden nesile geçer. Meslekleri nöbetleşe, ya dışarıda holde, ya da soğukluk veya hamam içinde kese, sabunlamak yıkamak ve bazen sabunla vücut masajı yapmaktır. Buna göre bahşişini alırlar. 
     
Kurnanın başına geldiğimizde tellak eline aldığı kalaylanmış tası kurnaya daldırıp çabukçu bir hareketle kurnanın iki taraf mermerlerinin üstüne su döküp oturmamızı gösteriyor. Bu arada babam sırtını dönüp soğukluğa yönlendi Tellak eline aldığı siyah kumaştan yekpare eldiven şeklindeki keseyi eline geçirip yüzümden boynuma, boynumdan göğsüme,  göğsümden el ve bacaklarıma bir ileri, bir geri hareketlerle habire sürtüyor, tırmalıyor ve habire simsiyah makarnalar çıktıkça sanki vücudum hamamın sıcak buharını daha da hisseder oluyor. Kese her ne kadar uzun sürmüyorsa da acıyor.

En nihayet işkence bitti, sıra sabunlamağa gelince bir derin nefes aldım. Acıyor!  Kime söylersin, adamı görmekten korkuyorum. Babam nerede?  Soğuklukta halen, dönmedi ki diyeyim. Tellak efendi peştamalını eli ile ortaladıktan sonra çömelip iki bacağının arasına kalaylanmış yuvarlak derin kürenin içine sıcak su koyup beyaz Hacı Şakir kokulu beyaz sabunu koyup elindeki beyaz uzun yumuşak liflerden yapılmış süpürgeye benzer lifi ile bir el çabukluğu ile o küreyi beyaz sabun köpüğü ile doldurdu. Yallah başıma vücuduma bu lifle sürüp sürmeledikten sonra, su taslarını boşalttıktan sonra, başımda ağır sert sabun kalıbını hissetim. Yahu bu adam ne yapmak istiyor? Bütün hayatım için mi yıkamak istiyor? Sıkılmağa başladığım anda beyaz lif süpürgesinin köpükleri bütün vücudumu tekrar okşadıkça o kesenin tırmıklarını, kalıp sabunun kafamdaki incitmesini unutup bir tatlı rehavet hissettiğim anda, yallah tekrar su çağlayanı üstümde, tellağın kırışmış elleri yüzümde, gözlerimi silerken hafiften haydi sıhhatler olsun küçük bey fısıltısını duydum. O anda içimde bu adama karşı bir minnet hissetim.

Aynı tempo ve şekil ile kardeşimi yıkadıktan sonra babamın bize doğru geldiğini gördüm. Babam rehavetteki işini bitirmiş o da kurnanın yanına oturdu. Buhar tutmuş gözlüklerini çıkardıktan sonra tellak bir temiz kese yaptıktan ve sabunladıktan sonra hepimize birer ılık su tası atar ve
“BEYLERE SIHHATLER OLSUN, BAHŞİŞİMİ UNUTMAYIN’’ der bizleri bir bir kaldırır. Soğuklukta bizleri başka siyah bıyıklı tellak karşılar ve maharetli el hareketleri ile ısıtılmış mis kokan havlu ve peştamallar ile sarıp sarmalar, sanki yeni doğmuş bebekler gibi takunyalar ayakta tak, tak, çlak, çlak, tak, tak kalın ağır tahta çıkma kapısına doğru. Dışarıya çıkışta sanki başka bir dünyaya ayak basmış hissine kapıldım. Daha serbest nefes alıyor, bütün vücudum soluyor.

Soyunma odasına girdiğimizde bizi yine başka bir tellak karşıladı, üstümüzdeki havlu ve peştamalları el çabukluğu ile çıkarıp değiştirdikten sonra artık ne hal ne mecal kaldığını hissettim. Oradaki sert sedire uzanıp uyumak isterken babamın ısmarladığı Olimpus Gazozu gelir bir temiz yudumlarken uykuda gitti, rehavette. Babam yüzümüze bakıp tatlı bir tebessümle yumuşak ellerini başımızda gezdirip eğilip öptü. Haydii tekrar paltolar kazaklar, golf pantolonlar, çoraplar, ayakkabılar, bahşişler verilip büyük camlı kapıdan dışarı, haydi HEPİMİZE SIHHATLER OLSUN.

En nihayet Pesah akşamına dayandık. Aileden kimse Sinagoga gitmez. Bizim Yasef bir temiz giydirildikten sonra haydi sinagoga. Doğruya Mahazike Tora öğrencisi, hem de bu akşam babam agadayı yalan söylemeden okumaya başlayacak.
“SALYENDO DE ARVİD KUENDO SESKURESE’’.

Sinagog dönüşü evde büyük hazırlık var. Dayımlar, teyzelerim, anneannem, her zaman gidip gelmemiz olmayan büyük amcam ve ailesi, sözde kendini fanatik Müslüman zanneden Mehmet amcam ve ailesi, birkaç akraba, velhasıl bir büyük hareket bir büyük bereket.
Herkes bayram akşamı şıklığı içinde… Mutfak ufakta olsa herkes harıl harıl çalışıp son hazırlıklar tamamlanıyor.

Annemin yanakları pembe pembe, anlaşılan sıkı çalışıyor. Her şeyin tam ve güzel olmasına gayret ediyor. Açılmış ve eklenmiş masalara beyaz örtüler, set tabaklar, bir veya iki çeşit zira bu kadar kişi için tabak çatal ancak getirilenlerle olması mümkün. Ben ki herkesin sevabını almak için sinagoga gittim eve dönüşümde ve herkesin ellerini öpüp dualarını aldıktan sonra...
Her şey yerli yerine konmuş vakit te ilerledi. Karar çıktı, herkes masa etrafına oturur ve babam her zamanki gibi masa başına yerleşir, kendi ciddiyeti ile Agada kitabını önüne koyar ve herkesin sessizliğini ıstar, zira Mösyö Nisim Agadayı okuyacak. İbranice, tercüme İspanyolca harflerle okumasını bilen o. Zaten herkesin ona daima özel bir hürmeti ve saygısı vardır.

Her sene gibi hafiften yalan olmayan kelimelerle (Çünkü sinagoga giden bir ben vardım)
Salyendo de arvid denir ve şaraphaneden alınan büyük galon şişe şarabından önündeki bardağı doldurur ve diğer erkeklerin önündeki bardaklar doldurulduktan sonra Mehmet amcam bütün ciddiyeti ile başında takkesini düzeltip babamın hazırlıklarını takip etmektedir.
Nihayet agada başlamıştır. İlkin eller yıkanacak, bunun için bu senelerde halen evlenmemiş olan annemin küçük kız kardeşine bu vazife verildi. Başına hafif tül atmış, omuzunda havlu elinde bir bakır maşrapa, diğer elinde küçük bir leğen bütün erkeklerin ellerine su atar ve omuzundaki havluyu sunar. Herkes ona ALOTRO ANYO NOVYA SERAS İTEVEREMOS der onu takdis ederler. Bu olay daha ileri senelerde ailedeki genç kızlara geçecektir. Bir ananedir bu böyle gelmiş, böyle gider.
Bu sene kış çok soğuk geçti manavlara marul ve kereviz gelmedi. Fakat bu demek değil ki maror olmayacak. Biz Yahudiler her şeyi yaratırız hallederiz. Kıvırcık salata marul yerine ve maydanoz, kereviz yerine niçin olmasın.

Agada her sene ki tempo ve makamla herkes tarafından söylenmeğe başlar birinci ve ikinci paragraflar İbranice ve İspanyolca söylendikten sonra iş babama kalıyor. Herkes elindeki Latince yazılı küçük kitapçıklardan okur, okumazlar ve bütün iş babama kalıyor, ta ki on dayak kısmına geldiğinde. Her seneki gibi herkes ya başını öne eğer, kadınlar elleri ile yüzlerini kapar, biz çocuklar korku ile parmaklar arasından babamın fincan içindeki sirkeyi leğene parmağı ile fışkırtmasına gizliden bakıyoruz.

 Babam bu vazifeyi bitirip ellerini yıkadıktan sonra tekrar kendi ciddiyeti ile devam etmek ister ancak etraf sıkılmaya başlamıştır. Sesler gelmeğe başlar, biz çocuklar birbirimizi itiyor veya kahkahalarla gülüyoruz. Babam bir ciddiyetle Agadayı keser, bekliyor. “Haydi, mösyö Nisim nosekere Espanyol en ebrö ya mos abasta’’ der ve devam edilir.

En nihayet son görülmüştür. Her sene söylenen ve tekrarlanan cümle bu senelerde bizimkiler için biraz zor “ESTE ANYO AKİ,  AL ANYO VINYENDO EN TIERRA DE ISRAEL IJOZ FORROZ” Bizler bu vazifeyi yaptık ve döndük kolay olmadı. Babamın artık yüzü gülüyor, herkese salatanın yaprakları dağıtıldı, herkes siyah kuru üzümden yapılmış ‘harose’te’ daldırır yer ve dua eder. Nihayet lokma (Bokado), babam her seneki alışkanlığı ile bir parça matsa, bir veya iki salata yaprağına biraz harosi. Bu sene galiba muzipliği üstünde daha evvelden mangaldan alıp sakladığı bir küçük kömür parçasını anneannemin bokadosuna yerleştirir ve kendi ciddiyeti ile sunar ve dudak altından güler, gerisi malum.

Artık herkesin karnı acıktı. Yemekler her senenin aynı standart yemekleri ise de herkes bu yemekleri severek bekliyor. Herkes aç. Her sene çeşit olarak ne azalır ne eksilir, yalnız çoğalır aile büyüyor.
Yumurtalar, bimueloslar, bimuelos kon ispinaka, ancusas de ispinaka, ancusas de pırasa, pişkado de agristada, karne yahni, tavuk agristada, yuvarlak sert matsalar, bazen şemura ekmek parçası amotsi berahası için. Herkes memnun, herkes sevinç içinde herkesin yüzü gülüyor. EL KAVRETIKO KEME MERKO MI PADRE, UNO ES ELKRİADOR. Sevinç dolu seslerle söylendi. Artık vakit geç, saatler ilerledi. Herkes birbirini takdis eder ve evli evine köyü köyüne, yarın yeni bir bahar günü.
ALOTRO ANYO KEMOZAYEĞE EL DYO KONTODOS JUSTOS. AMEN !!!!!

Bütün bir hafta hamursuz evde, hamursuz sokakta en nihayet buda biter. Hamursuzun son gecesi eğer yağmur yağmıyorsa çayır olan yerlerden ot demetleri toplanır. PRZINAĞUA çekmece ve babaların pantolon ceplerine doldurulup bolluk, sıhhat ve hayırlı işler dilenir. Ondan sonra neden evde dolapta karınca var diye sorulur tartışılır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder