Sekizinci
sınıfa kadar geldim, halen sınıf erkek ve kız karışık okuyoruz, sınıflarda
fazla talebe olduğundan halen sekizinci A ve B olarak ayrılmış durumda biz
erkeklerle kızlar arasında büyük aşklar yok gibi, herkes kendi havasında yaşayıp
gidiyor. Zaman kimseye bir şey sormadan geçip gidiyor, kışlar baharları,
baharlar yaz ve kışları takip ederken benim yolum aynı yol. Tramvay, otobüs, troleybüs,
bazen yayan tavana kuvvet ver elini Kurtuluş, Şişhane, Kuledibi. Değişmeyen
şeylerin içinde bazen öğle yemeklerini Apollon havrasının karşısındaki Yomtov
mezecisinden aldığım Amerikan salatası içinde mortadellalı sandviç veya Birinci
Karma Okulunun karşısındaki suratı asık her zaman hayata küsen aksimi aksi
gülümsemesini hiç görmediğim köfteci mösyö Moiz’e gidip çeyrek ekmek içine
yerleştirip üstüne tuz serptiği köfteli sandviç. Eğer para durumu o gün müsait
ise LO BUENO pastanesinden mösyö İsrael’den pasta alıp öğleni götürüyorum.
Bu sene
Kuledibi Yahudilerinde büyük sansasyon var. Çok senedir talebesiz kalıp kapalı
kalan benim eski Hasköy Musevi İlkokulu cemaatin kararı ile Musevi Ruhani Okulu
olarak yürürlüğe giriyor.
Peki, bu
okulun talebeleri kim olacak? Yeterli talebe olacak mı? Okulun tedrisatı ne
biçim bir tedrisat? Bugünkü Türkiye’de bunu düşünmek ve yürütmek mümkün mü?
Öğretmenler kim olacak? Biz ki bütün din serbestliğine rağmen bu yer bizleri ırgalayacak
mı? Bunun maddi çıkarlarını kimler karşılayacak?
Bütün bu
suallere cevap yok iken teşebbüs başlatıldı, talebelerin büyük bir kısmı dar
gelirli olan Yahudi ailelerin çocukları ve Mahazike Torada öğrenim gören,
şimdiye kadar Musevi Lisesinin ortaokulu son sınıfına kadar gelebilmiş
talebeleri toplayıp işe giriştiler. Okul zor, çok az sayıda mezun verdikten
sonra bir daha açılmamak üzere kapıları okul olarak ilelebet kapattı. Bu
güzelim bina Yahudiliğin zamanında iftihar edip terbiye ve kültür veren yer
ileride ne olacağı şimdiden tasavvur etmek zor. Zaten bunları düşünmek için
vakit çok erken olsa gerek. Dedik ya biz Yahudiler göçmen insanlarız nerede ne
zaman olacağımız belli değildir.
Ortaokul imtihanlarını
geçip bitirdikten sonra Lise hayatına başladım. Artık sınıf ortaokulun son
sınıf talebelerinden devam edebilenlerin birleştiği tek bir erkek kız karışık
dokuzuncu sınıf. Ortaokulu bitirenler veya bitirmeden ayrılan talebeler, ya
maddi sebeplerden veya okuma isteği olmadığından İstanbul’un Tahtakale veya
Yeşildirek Üniversitesinin ilk sınıflarına yazılıp hayata bu şekilde atıldılar.
Bizlerde sınıfları bir bir takip ederek baba parası, arada çıkar ise küçük
sınıf öğrencilerine hususi dersler (talebe avcılığında muvaffak olabildi ise)
vererek babamıza ve kendi harçlığımıza yardımcı olmaya bakıyoruz. Bunu yapmak
şart zira Pazar günkü kulüp, sinema, parti, Tophane ve kapalı çarşıdan Lewis
cins pantolon ve Amerikan gömlek alıp bu günkü modaya uymağa bakmak lazım.
Bu dönem yaşın
verdiği fizik değişiklikleri yanında şahıs olarak daha ciddi, daha etraf
olayları ile ilgilenen, gazete okuyup radyo dinleyen, daha etrafın
sorumlulukları ile ilgilenen ve katkıda bulunmaya hazır bir genç olurken
kurulup devam eden arkadaşlıklar daha sıkı, daha yakın ve hoş olmaya başladı. Bu
güzel diyebildiğim devrede giyim ve kuşama daha da önem veriyor, okul çantası yerine
kitap defter elde taşınıp çoktandır evdeki sakal tıraşını bazen saç kesmek için
gittiğim berberde tekmil saç sakal yapıyorum. After şev olmadan olmadığı gibi
arkadaşlar çoktandır COOL, SALEM sigaralarını ceplerine yerleştirdiler. SINIF
TAKIMI: İZAK LEVİ, İZAK ANJEL, YOMTOV ASSES, YUSUF KOHEN, MENAHEM BARROKAS, ALBERT
BEHAR, MOİZ BEHAR, SAMİ ZALMAN, YASEF SEVİ, AŞER LEVİ, SALAMON BENZERAY, MEİR
NAE, HAİM UZİEL, REFAEL LOMBROZO
Okuldaki faaliyetler
arasında dersler, muziplikler, basket maçları ve arada bir küçük toplarla iki
pota demiri arasında maçlardan başka okul dışı hayatım okulumdan olmayan
Cumartesi, Pazar arkadaşlarım. Yine Kuledibi, Şişhanede oturan Yakup, Macit, Jojo,
Malki, Boksör Cako toplanıp ya evde Pol Anka, Elvis, Şadovs kırkbeşlik
plaklarla müzik dinler, saçlar briyantinle ayna karşısında taranır, dans figürleri
tekrarlanır, evde yumurta var ise melemen yapılır, yendikten sonra hep beraber
sokağa. Saat beş buçuk bugün Pazar gök kapalı yağmur çiseliyor.
Bankalar
yokuşundan çıkmakta olan kırmızı tramvaya birer birer atlayıp doğru Beyoğlu'ndaki Yeni Melek yan sokağındaki langırt ve caz sesleri ile donanmış salonda heyecan
dolu masa futbol maçları başlıyor. Nihayet sinema saati gelmiştir. Bugün Saray
sinemasında güzel bir filme gidiyoruz. Film bittiğinde daha saat erken, bu
saate bazen Galatasaray Lisesi karşı sokağındaki Haylayf’a gidip sosisli
sahanda yumurta yenir. Veya bu günkü program gibi sinema yanı İnci pastahanesinde
kalabalığın arasından Profiterol veya Uludağ pasta yenip Ağacami karşısındaki Atlas
sinema çıkışındaki ikinci kattaki Bilardo salonuna gidip küçük seyirci tribününden
meşhur Tıptop. Siyah yelek, beyaz gömleğin yakasının içinde fuları dışa doğru bombeleşmiş
pantolonu tringa pırıl pırıl siyah ayakkabıları ile aydınlanmış yeşil çuha
üstündeki kırmızı beyaz üç top toplara bakıp düşünürken birden bire herkesin
bildiği ve her seferinde herkesi heyecanlandıran kükremesi duyulur:
SOFYANİ
İSTEKAMI GETİR.
Artık
Cumartesi, Pazar kurtları atıldı, İstiklal caddesinden Tünele geçen hafta
sonunu ve gelecek haftaya yapılacak parti için planlar ve yer tayini
konuşulurken Tünel durağına geldiğimizi görüp karşıdaki durakta sanki yetmiş
numaralı Kurtuluş otobüsü beni bekliyormuş haydi eyvallah doğru ev yoluna. Hafta
bitti haydi gelecek haftaya.
Bu şekil hayat
gidişi içinde Şeker Bayramı arifesi, şahsi mali durumumuzu düzeltmek için tüccarlık
içgüdümüze bağlı olsa gerek pazarlarda çorap satışına karar verdik. Hesaplar, kitaplar,
nereden alınır? Nasıl satılır? Nereden sermaye? Peşin? Konsinye? Her birimize
ne kadar kalacak, her kafadan bir ses, vesaire, vesaire.
Karar para
kazanıp zengin olmak ve Kapalı Çarşıdaki Aliden Amerikan cins, gömlek almak
için. Ana sermaye için her birimiz kendi membalarına müracaat ettikten sonra
(ben annem ve büyük annemden) bu kabarmış içgüdü ile doğru Yeşildirek Mahmutpaşa’daki
küçük çorap imalathanelerine didinip baba, dayı, tanıdık tüccar isimleri verip
mal almaya başladık tek şart konsinye. Mal büyük küçük, orta, bebek, ölçü yumruk.
Malı arkadaşlardan
Yakup’un evinde topladıktan sonra ikiye bölüp bir kısmımız Beşiktaş halk
pazarının girişinde bir kısmımız da çıkışında satmak için dağıldık. Mal her
renkten dört ucu sicimle bağlanmış muşambaya yerleştirilmiş, birimiz çığırtkan,
birimiz isketeci ve belediyecileri kollayacak, birimiz mal satıyor. Zaman
ilerledikçe Pazar kalabalıklaşıyor, mal iyi satılıyor bağırmalar, çağırmalar, gülmeler,
laf atmalar, sevinçler. Demek ticaret sanılıp düşünüldüğü gibi değilmiş, alnın
çok terleyip sırtın acıyıncaya kadar. Mal öğlen saatlerinde azalınca
arkadaşlardan ikisi haydi imalathanelere mal getirmeye, peki yemek ne olacak
yolda simitle idare oluruz. Bu sefer daha büyük sermaye var ancak arife bir gün
ya satamazsak? Nasıl olsa bu furya ile bir değil daha iki sefer yaparız, nasıl
olsa konsinye değil mi? Der mal alınır. Mal gelip satılmaya devam ettikçe heyecandan, gülmelerden, dört olan sesleri kısılmış bizler karanlık olmağa başladığının
farkına varmayıp birden müşteri görmeyince birbirimize ve muşambadaki mallara
bakarken günün bittiğinin farkına vardık. Satılan satıldı, kalan mal kaldı. Cebimizdeki
para tomarlarını hissettikçe Allah bin bereket versin pantolon, gömlek ve moda
koyunda bir Pazar sefası için para çıktı.
Bu da benim ilk
ve son tüccarlığım. Kalan mallar ne geri verildi ne hiçbirimize yaradı. Kime
hediye vermek istedi isek dudak büküp teşekkür edip geri verdi. Bu azimli
hamarat, hayatın çemberinden geçmeye gayret eden çocuklar ilerdeki zaman içinde
hangi yollardan gidip hangi meslekler edinip nereye varacak? Acaba bu candan
olan samimi hislerle dolu arkadaşlık, kardeşlik devam edecek mi? Yoksa herkes
yoluna gidip bu anları unutup hatırlamayacak veya hatırlamak istemeyecekler mi?
Hayatın insanlara yaptığı değişiklikleri şimdiden kim aklına getirip ona göre
hareket eder, acaba bu genç çocuklar ileride birbirlerini arayıp soracaklar mı?
Her biri sıcak bir sohbette çocuklarına
bu güzel, saf, tatlı olayları ve anıları anlatacaklar mı ???????????
Ortaokula
başladığımdan bu yana annem epey rahatsız gidiyor. Nefes darlığı, çarpıntı, öksürük,
halsizlik ve daimi yorgunluk… Kalp yetmezliği teşhisi çoktandır Doktor Nisim
Tabah tarafından Balat hastahanesinde konmuştu. Babam elinden geldiği kadar
evdeki yükünü hafifletmek için dayılarımın atölyesinde çalışan Şakir’in kız
kardeşi Fatma’yı yardımcı olarak aldırdı. Kalp yetmezliğine bağlı nefes darlığı
çok kötü bir meret. İnsanın havaya olan yoksulluğunu görmek yakından hissetmek
çok zor bir şey
Zaman geçtikçe
bu tablonun sıklaşması, çok sevdiğim annemin acizliğini görmek beni ona sevgi
ile daha da yaklaştırıyor. Bu durum bana ona yardımcı olabilmem için çok şeyler
öğretiyor. Fatma’nın olmadığı zamanlarda lüzum olduğu takdirde yerlerin
silinmesi, pazara gitmek, evin alışverişlerini yapmak, icabında yemek pişirmek,
evi yerine koymak.
Lise tahsilim
devam ediyor. Arkadaşlarım arasında sevilen bir kişi oldum. Allame bir talebe
değilsem de ant içtiğim bu okulu bitirmek için ne lazımsa yapmaya gayret
ediyorum.
Kardeşim İzak Işık
ortaokulunu bitirdikten sonra soluğu Tahta Kale Üniversitesine attı. İzak cin
kadar kurnaz, akıllı, cana yakın, çalışmaktan yılmayan, herkesle arkadaşlık
kurabilen bir çocuk. Bunu neticede gerek kendine ve gerek etrafına ispat
ediyor.
Artık o da piyasanın
verdiği lakapla ismi Osman oldu. Bizim Osman parayı kazanmasını öğrendiği gibi
harcamasını da o kadar öğreniyor. Ben bu boyuma gelmiş halen Kurtuluş Feriköy’deki
berberde tıraş olurken bizim Osman Hilton otelindeki lüx berberde tıraş olur. Hafta
sonu kokoz kalmış ise büyük annemi karşısına alır lüzumlu parayı vermesi için
paranın faizini hesap eder, parayı çıkarır. Bir iyi tarafı var ise zamanında
parayı geri vermesi (EZ BUEN PAĞADOR).
Artık
arkadaşları iyi muhitlerden Maçka, Şişli, Nişantaşı, Valikonağı’ndan. Son
zamanlarda yeni kurulmuş Şişlideki Sinagog arkasında açılmış Dostluk kulübünün
idare heyetine kadar geldi. İki kardeş arasında pek problemlerimiz yok. Her
birimiz kendi dünyasında yaşayıp gidiyor. Piyasada babama daha yakın olması sebebiyle
araları daha az resmi. Arada bir babamı dükkânın yanı başındaki Panddeli
lokantasına davet eder beraber yemek yiyip ya ısmarlar ya da ısmarlatır.
Artık lise son,
sınıf bütün gaye üniversiteye girebilmek ve iyi bir meslek sahibi olmak, tabi
ki doktor olmak.
Bu sınıf artık
on sekiz büyümüş, şahsiyetlerini şekillendirmeye çalışan, Çetin Altan’ı okuyup
olan yazılarını münakaşasını eden, Beatles dinleyip, Shadows müziğini ayna
karşısında gitarla taklit eden, Rolling Stones la dans eden, asileşmeğe yüz tutmuş
yirminci asrın son senelerinde yaşayan genç kuşak. Artık her söylenen, istenilen
şey zorluk ve sabırsızlıkla dinlenip tartışması olmadan kabul edilmeyen bir
devir. Yani sözüm ona memlekette hak, hukuk aranıyor. Üniversitelerde nümayişler,
siyasette istikrarsızlık, etraf bir deprem havası içinde ve biz genç kuşak
bunun içindeyiz.
Bu hava içinde
olan biz son sınıf öğrencileri, bu senelere kadar kendilerini Allah'tan sonra
gelen şahıslar olarak görenlere karşı kazan kaldırıp isyana karar kıldık.
Bu kişiler kim
oluyor da bizlere bir günde ayrı mevzularda üç imtihan yapacaklar? Biz hayvan
mıyız? Neyi nereye yetiştiriyorlar? Genç çocuk psikolojisi nedir? Nerede düzen?
Nerede hak ve hukuk bütün bunları biliyorlar mı? Böyle yüklü arabayı nasıl
koşarız? Artık kölelikten kurtulma zamanı geldi çattı.
Şimdiye kadar
dış dünya ile alakaları pek az olan öğrenci zümresi bugün Avrupa, Amerika'daki akranlarını gerek filmlerdeki davranışlarını, yaptığı müziklerini işitmekle, giydiği
Cins pantolonlarını giymekle onları taklit edip haklarını arıyorlar.
Bugüne kadar
bunları görmemezlikten gelen veya görmek istemeyen öğretici zümre için
kabullenmek zor, çok zor. Fakat bunu kabullenmeleri lazım ki bunun zamanı
geldi. Dünya her ne kadar kendi aynı yörüngesinde dönüyorsa da insan aynı yerde
kalmayıp dev adımlarla değişiyor.
İşte biz bütün
bunların öncüleri imişiz gibi Musevi Lisesinin tarihine, öğretmen ve idarenin
haksızlıklarına karşı isyan bayrağı çektik. İRFAN YOLU OKULUMUZ.
Karar verildi.
Sınıf bir tek vücut olup aynı gaye ve düşünce ile karar aldı. Yarın sabaha
okula ve sınıfa girmek yok.
Toplantılar, kalemler,
sahifeler, silgiler, masa etrafında münakaşa,
kararlar, liderler. En nihayet beyaz duman bacadan çıktı, dilekçe hazır, daktiloya çekildi. İzak Levi, İzak
Anjel, Salamon Benzeray delege olarak Müdür Sonsinonun odasından içeri girip
kısa bir zaman içerisinde dilekçeyi verip okulun dışına çıktılar. Artık idare
ve öğretmenlerin bu dilekçe karşısında ne biçim tavır alacaklarının bizlere
tahminlerinden başka bir şey bırakmaz iken hep beraber Lobueno pastahanesinden
toplu olarak Doğruyol’dan çıkan kırmızı yeşil tramvaylara atlayıp soluğu Yeni Melek
sinemasında bulduk.
Sinemadan
çıkıp İnci Pastahanesinde profiterolleri midemize attıktan sonra gelecek yarına
planlar konuşuldu, anlaşıldı ve gelen haberlerle yarın sabaha okula hep birlikte
girecek ve idare ile konuşacağımıza karar kılıp evlere dağıldık.
Sabahleyin
yine okulun karşısındaki Lobueno pastahanesinde toplanıyor yine planlar
yapıyoruz, derken idareden bizi çağırdıklarına dair haber geldi. Artık heyecandan
ne yapacağımızı bilmez iken okulun demir kapısından içeri girmeğe başladık, İki
taraflı sıra yapıp bizleri alkışlarla karşılayan küçük sınıf öğrencilerinin
güler yüzlerini görmek her şeye değerdi. Bizler bu kütleye ve gelecek
nesillerin öğrencileri için öğrenci haklarının ilk adımlarını atıp onların
öğretmenlerin maryoneteleri olmadıklarını kabul ettirdik. Neticede gayemize
ulaşmamız üç günlük okuldan uzaklaştırma cezası ile sahip olduğumuz hak ve
kanunu kabul ettirdik. Artık bir günde üç imtihan acayipliği tarihe karıştı.
Bu olaylardan
birkaç gün sonra Müdür Muavini Nevzat beyin odasının yan dış duvarında
Lombrozo, Anjel ve ben (bizler doktor olacağız) cümlesinin altına imzamızı
Rollex kalemi ile çizdik. Kim bilir bir gün kırk sene sonra bu duvara vurulan
boya tabakalarını kazıp bu cümleyi ortaya çıkarıp diplomalarımızla birbirimize
bakıp, gülüp, o günkü heyecanı yaşasak. (her ne kadar sınıf arkadaşlarından
çoğumuz doktor olduysak da Romantik gitarist ve piyanistimiz İzak Anjel hukuku
bitirip avukat diplomasını alıp Jenevadaki büyük bir banka müdürü olup milletin
paraları ile oynayıp zevk almaya devam ediyor)