14 Şubat 2014 Cuma

11-Heybeliada’da yaz tatili




İsrail’den gelip Balata yerleştikten bir iki sene sonrasına kadar yaz tatili ekseriyetle Balat’ın içinde veya ona yakın Fener iskelesi parkına annemle birlikte gidip hava almaktı.
Geri dönüş, yerleşmek, iş kurmak, ev düzeltmek pek kolay bir dönem değil herhalde? Kimin başı gezmelerde, tozmalarda? İnşallah buda gelecek derken gelişimizin ikinci senesinin yaz tatilinde annemin büyük kardeşi Fırçacı Nesim amcam Heybeli adasına ailesi ile yazlığa çıktılar.
Annem ve Babam bütün aile fertleri tarafından çok sevilen ve sayılan kişiler. Böyle iken bizi birkaç günlüğüne adaya misafirliğe çağırdılar.

Biz ki Balattan ve Hasköy’ün okul yolundan başka yön görmedik. Annem günün erken sabah saatlerinde küçük bir valiz hazırlayıp yazın Ağustos sıcağında çiçekli ince elbisesi, bavulu ve bizler elinde Balat dışındaki dolmuş durağında nikelajları parıl parıl parlayan Desotoya binip paket taşından örülmüş dar Unkapanı Eminönü yolunu aldık.

Bu yol bizler için pek bilmediğimiz için gayet enteresan idi. Bu dar yoldan koskoca otobüs ve kamyonlar birbirleri ile çarpışmadan yan yana geçip gitmeleri, yanlardaki eski İstanbul surlarının duvarlarına çarpmadan geçmeleri. Bu şekilde etrafa baka baka tangır, tungur Fener, Cibali, Unkapanı derken Yemiş Yağ iskelesinden Babamın dükkânının önünden geçip, Eminönü meydanına vardığımızda karşımızda bütün haşmeti ile Yeni Cami ve etrafında uçuşan gri siyah güvercinleri bizleri karşılarken dolmuştan inip, bizde oradaki insan seline karışıp caddenin ortasındaki kırmızı beyaza boyanmış silindirin içinde mavi gri elbiseli kasketli polis amcanın el hareketleri ile düzenlediği trafiğe baka baka önümüzdeki Eminönü köprüsüne çıkıp sağ tarafında yürümeğe başladık.

Allah’ım burada hava ne güzel püfür, püfür estikçe yazın boğucu sıcaklığı burada kayboluyor, karşı Haydarpaşa, Salacak, Kadıköy, Adalardan Marmara sularında dans eden beyazlı, siyahlı, uzun bacalı ada vapurları, motorlar, mavnalar, boğaza doğru yol alan büyük vapurlar, martılar, martılar ve bizler.
 Bu ahenk içinde bizler demir merdivenlerden inerken adalar iskelesindeki insan kalabalığının içine karıştık. Etrafta simitçiler, elma şekeri, horozlu düdüklü şeker, tarak, çorap satmağa uğraşan satıcılar, iskeleye bağlı ada vapurunun kıç tarafında dolanıp duran ağır, siyah, geniş, hantal sandallarla şeftali, armut satmağa çalışanlar yanında balık ekmekçiler ve bunları hayranlıkla seyreden bizler. Bütün bu hengâme içinde sıraya girip öndeki küçük pencereli gişeden beyaz kartondan ada biletlerini almaya muvaffak olan annemin etek ve elini tuta, tuta tahta iskelenin üstünden doğru üst kattaki birinci sınıf denen kısmın taraça kısmına girip, uzun üstü muşamba koltuklu sıralara otururken annemin yorgunluğunu görür gibi oldum.

Ne yapalım her şeyin bir fiyatı vardır bu hayatın, dert için değil zevk için gidiyoruz. Yan açıklıktan gelen hafif rüzgâr sıcak olan havayı hafiflettiği sırada uzun kesik kesik vapurun düdüğü vapurun hareketini müjdelerken taraçanın içi gönülleri açan bir rüzgâr ile havalanmağa başlar. Bu an bana İsrail’e vapurla gidişimizi hatırlatır gibi oldu, ne var ki bu sefer rıhtımda ne el, mendil sallayan, ne de ağlayan bir annem vardı. Artık Sarayburnu karşımızda ne güzel bir kartpostal görünümü Topkapı Sarayı, Sultan Ahmet Camii, arada hafif kırmızıya kaçan muhteşem asırların Ayasofya Camii, Kilisesi...

Vapur tekmil adalar, Haydarpaşa, Kadıköy, ne acelemiz var, vakit bizim, hava kaymak gibi kimse arkamızdan koşmuyor, adaya gidiyor, gidiyoruz. Vapur yalnız adalılar için değil galiba. Burası birçok kişinin nafakasını bulduğu iş yeri, biri gider biri gelir, tarak satan, buda bedava, tablasına yuvarlak sıraladığı simitlerini satmağa bakan simitçi, lotaryacı elinde çukulataları dizmiş dolanıyor, vapurun çaycısı, ayrancısı, sandviççisi, karşıdan tatlı bir yasemin kokusu ile birlikte Rum şivesi ile patlıcana saplı beyaz yasemin demetini tutan
YA SENİNDİR YA BENİM ON KURUŞU VERENİN.

 Mavi sakin sularda kayan vapur sefasına doyum olmuyor. Nihayet Kınalıada ardından Burgazada karşısında gayet şirin tek evli küçük yeşil Kaşıkada, bütün geçtiğimiz ada iskelelerinde çıkan insanların hiç biri koşmuyor, gayet ağır adımlarla rıhtıma doğru yürüyor, acele etmiyorlar. Neden etsinler. Ada burada, onlar burada, aceleye ne hacet.En nihayet Heybeli plaj koyunu ve burnu geçtikten sonra Heybeliada’nın bayraklı iskelesi görünür. Nihayet bu hoş, güzel vapur gezintisi bitmek üzere iken annemin yüzü rahatlık içinde iken bizleri karşısına, alır sıkı sıkı tembihler yağdırdıktan sonra valizi alıp çıkış koridoruna indik. Duyulan konuşulan lisan benim bildiğim İspanyolca. Yazın ada ahalisinin büyük bir kısmı bizim Yahudiler. Vapur iskeleye halat atıp iskeleler verildikten sonra insanlar aynı diğer adalardaki gibi acele etmeden iskele çıkış kapısına doğru yürüyüp onları rıhtımda bekleyenlerle buluşurken bizi teyzem ve kuzenlerim karşılayıp evlerine doğru yollandık. Kaldığımız bir hafta içinde bisiklete bindim, iskele rıhtımında cırcırlar yakaladım, plaja gidip Asafta ızgara köfte, kızarmış patatikas yiyip denize girdikten sonra şezlongda yatıp öğlen uykusunu tattıktan sonra akşamüstü eşekçi Hüseyin’in eşeklerine binip hep birlikte eve döndük.
Ada hayatına alışmağa başladığımız bir anda hafta bitmişti. Tanrı kimseyi kendi evinden eksik etmesin prensibine uyarak teyze ve amcamın ısrarlarına rağmen anlayışlı annem valizi hazırlayıp her şey için teşekkür ettikten sonra tekrar vapur sefasını tattıktan sonra kendimizi Bizim Balattaki evimizde bulduk.
LA MUNCA MIYEL KENO BULANEYE.

Balata dönüşümüz halen devam eden yaz sıcaklarına rastlar. Çarşı Pazar gündüzleri tenhadır, biz çocuklar ev havlularının serinliğinde kâğıt veya sigara kâğıdı, hikâye, masal anlatmakla veya birkaç gün evvelki Milli Sinemasında gördüğümüz otuz iki kısım birden Zoro veya Baytekin anlatılır ve bir daha yaşanır. Akşamüstü hava serinledikçe bizler sokağa dökülmeğe başlar Sinagogun arka duvarında birdirbir, bilye, cam misket üçgeni, sobe, köşe kapmaca, çelik çomak, kızlar seksek. Bu akşam özel bir akşam. Bizim akranlarımız Balat dışından satın aldıkları mukavva kutusuna koydukları beyaz gri karpit taşlarını alıp kaldırımın üstünde ufaltıp yolun ortasında yeni açılmış küçük çukurun içine biraz su doldurup birkaç karpit parçası atıp üstüne bezelye boş konserve kutusunu çevirip herkesin çil yavrusu gibi dağıldığı anda kutunun büyük bir patırtı ile havaya uçması sanki bizleri dünkü Milli Sinemasında seyrettiğimiz Erol Flayn’ın filmini tekrar yaşatmış oluyor. Artık tekrar akşam olmadan karanlığa kalmadan bir iki misket oyunu, bir iki hayat kâğıt oyunu eller pis, dizler kararmış, ayakkabılar renklerini kaybetmiş, memnun, mesut ve bahtiyar köşe başına kadar birkaç çocuk,  gürültü, patırtı, tatlı hayat. Her biri kendi yoluna kendi kapısına, bizler eve çıkarken annemden yiyeceğimiz paparaya hazırlanıyoruz.

Çarşıdaki esnaf günün sıcağının kuruttuğu tozlu sıcak yol ve kaldırımlara ellerine aldıkları teneke kutu ve kovalarla su serperler, hem temiz görünür hem de serinletir. Bugün değişiklik olsun ve cebimiz belki biraz para görür diye evde bulduğumuz birkaç oyuncak, on kere okuduğumuz resimli kovboy dergileri, eski çalışmayan saatleri bir kutuya koyup evin önünde niyet yapar veya gezip niyet çektirir ele gelen para ile ya yanımızdan geçen leblebiciden leblebi veya macaroz veya biraz daha fazla kazandıysak macaroz helvası alır, seviniriz.   

Akşam, karanlık etrafa inmiştir. Akşam yemeğinden sonra annem babam evin açık pencerelerinin önündeki mindere oturup sohbet muhabbetleri arasında yeşil gözlü Grundıg radyosundan Hamiyet Yüceses’i veya Münir Nurettin’i dinlerken, komşuların bir kısmı ev önüne yerleri biraz su serpip serinlettikten sonra iskemle tabure çıkarıp geçen Pazar günkü gidip eğlendikleri düğünü konuşurlar. Bizde siyaset konuşulmaz. Bu ya berber Sabetaya veya Pazar günü Mehmet’in kahvesine bırakılır.
  
Yazın son haftaları bitmek üzere, bayramlar kapıya dayandı. Bu bayramlar geçtiğimiz kış aylarına rastlayan bayramlara pek benzemezler. Bunlar daha çok dini bayramlar olup aile toplantıları pek görülmez. Kipur’dan başka ekseri babalar işe indikleri için bayram havası ortalıkta pek esmez.
Kipur günü bütün Yahudilerde olduğu gibi Balatta da çok önemli bir gün sayılır ve hürmet edilir.
Babam dindar bir insan olmamasına rağmen Kipur gününe çok hürmet verip sayan bir insan. Bazen anlattıklarına bakılırsa annesinin babası yani babamın büyük babası Hasköy’de Rabandı, bunun neticesi olsa gerek kanında biraz dine ait bir şeyleri kaldı. İbranice okuduğu gibi aynı zamanda Ladino Espanyol harfleri okuma yazması var.

Ekseri Kipur günü annem bizleri onunla Sinagoga yollar. Babam Sinagogdaki herkes gibi değildir, girdiğinden çıktığı akşam üstüne kadar Sinagogun dışına çıkmadığı gibi gözünü kitaptan ayırmaz. Tevadaki hahamla birlikte hafif bir sesle onunla beraber okur, söyler, hürmet eder. Annem bu küçük yaşımda babamın başını yiyor. “Nesim bu çocuğa ne zaman Şemayı öğreteceksin’’ deyip durur. En nihayet bir akşam bu küçük yaşımda başıma takkeyi koyup, kendi de koyduktan sonra gayet ciddi bir şekilde yatağa yatırıp senelerce söylemeğe devam edeceğim alışkanlığı bir, bir kelime, kelime her akşam tekrarladıktan sonra en nihayet ezbere bildim ve devam ettim.
Şema İsrael anlaşıldığı gibi biz İsrail Oğullarının Allahtan iyi veya kötü günlerimizde yardımını bu kelimelerle istediğimiz bir duadır. Bunun ilk örneğini İsrail’den gelişimizin üçüncü senesinin sabaha karşı olan olayla gördüm ve hissetim. Acayip bir uğultu ile başlayan ve arkasından bütün ev bir oraya bir buraya sallanmağa başladığı anda hepimiz yataklarımızdan fırlamamızla korkudan bizlerin ağlayışlarımızı babam elini başına koyup hepimizi yatak odasının kapısındaki mezuzanın altına toplayıp hepimizi kucaklamak gayreti esnasında kalbinden gelen bir sesle elini mezuzaya yapıştırıp ŞEMA İSRAEL, ŞEMA İSRAEL, ŞEMA İSRAEL kelimelerini tekrarladıkça gözlerindeki korku ve heyecanı halen gözlerimden çıkmaz oldu.  Demek inanmak güzel bir şey.

Balat’taki bizim Yahudi milleti memleketin siyasi meseleleri ile pek ilgili değildir.
GÖZLERİMİ KAPARIM VAZİFEMİ YAPARIM. NO MOS KARİŞEAMOS ALOS ECOS DELOS HÜKÜMETES.
Ancak günlerden bir gün Ahrida Sinagogunun yanındaki Demokrat Parti Ocağının kapısında her bir yanında Türk ve mavi beyaz İsrail bayrağı konulduğu gün bizim milletin kalpleri bir hoş oldu. Günün mevzusu bu oldu demek ki Büyük Türkiye Cumhuriyeti Küçük yeni Yahudi Devleti İsrail’i tanımıştı. Ne kadar olsa bizler ki asırlar boyunca korktuğumuz mezhebimizden korkmayıp ben Yahudi’yim diyebilme kuvvetine sahip oluyorduk.
ŞEEHİYANU VE KİYEMANU VE İGİYANU LAZMAN AZE. 

12 Şubat 2014 Çarşamba

10-Pesah evveli hamam sefası



Bunu takiben Pesah akşamı evveli anam bizi babamla hamama yolluyor. Türk hamamı gerek Müslüman ve gerek Yahudi dininde aile hayatında özel bir yeri vardır şöyle ki; Müslüman dininde namaz evvelisi abdest almak olduğu gibi kadın ile münasebette bulunacak erkek, kadın ondan evvel hamamda yıkanır arılanır.

Yahudi dininde aynı şekilde kadın yıkandıktan sonra ayrıyeten Tevvila denilen Yağmur suyundan doldurulmuş hamamda özel bir odada bulunan soğuk su ile dolu havuzda kendini birkaç kere daldırır arılar. Bu anane ve din biz Yahudilerde asırlar boyu gelmiş böyle gider. Hamamın ailede diğer sosyal yeri, ekseri evlerde halen akan su musluğunun bulunmamasıdır. Bu sebepten dolayı hem temiz, hem semiz, hem sıcaktır bizim hamam.

Hamam biz küçük adımlarımızla uzak görülürse de aslında yakınımızda. Annemin hazırladığı çamaşır paketi koltuk altında babamla biz el ele vermiş Milli, Çiçek sineması caddesinden geçip meşhur Tahta Minare Camisinin yakınında onun ismi ile tanınan, sabahleyin kadınların, akşamüstü erkeklerin gittiği Tahta Minare Hamamının kapısına geldik. Bu kapıyı daha küçük yaşlardan annem ile geldiğim zamanlardan gayet iyi tanırım, ta ki Hamam anası bir gün gelecek sefere babanı da getir deyinceye kadar.

 Babam büyük Kapı’nın sarı bronz el tokmağını iterek açtı, hemen ardından gelen cam çerçeveli kapıyı açan tellak bizi içeri buyur eder. İçeri girdiğimizde Hacı Şakir beyaz sabun kokusu ile birlikte tatlı sıcak hoş bir hava vücudumuzu sararıyor. Paltolar alınıyor, ayakkabılar çıkarılıyor, ince keçi derisinden yapılmış büyük boy kahve siyah renkli pantuflalar ayağımıza yerleştikten sonra yandaki süslü oyulmuş hamam saatinin önünden geçip yarıya kadar cam pencerelerle ayrılmış küçük soyunma odalarına çıkıyoruz.

Babam bizleri soyup altımıza sarı, kırmızı, mavi karolu keten kumaştan yapılmış peştamalları boyumuza göre ayarlayıp belimize sarmaladıktan ve kendisi de aynı şekilde peştamalını sarıp sarmalandıktan, odadan çıkıp Hamam ağasına saat ve paralarını teslim edip küçük bir dolap anahtarı aldıktan sonra kara tahta takunyalarla Çak, Çak, Çık, Çlak hamamın mermerden yapılmış tabanından doğru hamamın kalın ağır tahtadan yapılmış giriş kapısına yönlendik. Kapı kalın bir demir yayla kapandığı için tahtadan yapılmış kulpundan açmak kuvvet ister, Yani çocuk kuvveti yetmez.
  
Tellaklardan kara bıyıklı birisi kapıyı açar ve biz soğukluktan geçerken havada çürük yumurtaya benzer bir koku ile ikinci ana hamam kapısına doğru ilerlerken bu kokunun daha ileri yaşlarda öğrendiğimde, bunun ‘’Hamam otu’’ denilen mavi yeşil çamur şeklindeki ilacın küçük odacıklarda vücut kıllarını temizlemek için sürüldüğü yer idi
Türk erkek ve kadınında koltuk altı ve apış arası kıl olmaz; bu bir ananedir, böyledir.

En nihayet hamamın boğucu sıcağına girdik. Hamam bütün yerler beyaz Marmara mermerinden yapılmış tabanı, ortada aynı şekilde çokgen şeklinde yine aynı mermerden yapılı Göbek taşı, etraf bölümlenmiş açık odalar duvar dibinde yekpare mermerden kurna ve sarı pirinç soğuk, sıcak su akan musluklar. İlkin bizler babamla göbek taşına oturup alttan gelen sıcaklığı hissettikçe vücuttan süzülen ter damlaları ile hafif, hafif vücuda geçirdiğim el hareketleri ile siyah kir makarnaları peydahlanmağa başladı. Bekledikçe vücudum daha da ısınıyor ve terliyor nefes almak ağır. Kimi bekliyoruz? Sormama kalmadı uzun boylu sıska vücutlu siyah bıyıklı tellak, haydi beyefendi geçebiliriz der ve takunyaları ıslak mermerin üstünde kaydırarak kurnaya doğru yollandık.

Tellaklar Türk hamamının orta direğidir. Meslek olarak çok eskilere dayanır, Anadolu’nun bazı yerlerinde aile mesleği gibi nesilden nesile geçer. Meslekleri nöbetleşe, ya dışarıda holde, ya da soğukluk veya hamam içinde kese, sabunlamak yıkamak ve bazen sabunla vücut masajı yapmaktır. Buna göre bahşişini alırlar. 
     
Kurnanın başına geldiğimizde tellak eline aldığı kalaylanmış tası kurnaya daldırıp çabukçu bir hareketle kurnanın iki taraf mermerlerinin üstüne su döküp oturmamızı gösteriyor. Bu arada babam sırtını dönüp soğukluğa yönlendi Tellak eline aldığı siyah kumaştan yekpare eldiven şeklindeki keseyi eline geçirip yüzümden boynuma, boynumdan göğsüme,  göğsümden el ve bacaklarıma bir ileri, bir geri hareketlerle habire sürtüyor, tırmalıyor ve habire simsiyah makarnalar çıktıkça sanki vücudum hamamın sıcak buharını daha da hisseder oluyor. Kese her ne kadar uzun sürmüyorsa da acıyor.

En nihayet işkence bitti, sıra sabunlamağa gelince bir derin nefes aldım. Acıyor!  Kime söylersin, adamı görmekten korkuyorum. Babam nerede?  Soğuklukta halen, dönmedi ki diyeyim. Tellak efendi peştamalını eli ile ortaladıktan sonra çömelip iki bacağının arasına kalaylanmış yuvarlak derin kürenin içine sıcak su koyup beyaz Hacı Şakir kokulu beyaz sabunu koyup elindeki beyaz uzun yumuşak liflerden yapılmış süpürgeye benzer lifi ile bir el çabukluğu ile o küreyi beyaz sabun köpüğü ile doldurdu. Yallah başıma vücuduma bu lifle sürüp sürmeledikten sonra, su taslarını boşalttıktan sonra, başımda ağır sert sabun kalıbını hissetim. Yahu bu adam ne yapmak istiyor? Bütün hayatım için mi yıkamak istiyor? Sıkılmağa başladığım anda beyaz lif süpürgesinin köpükleri bütün vücudumu tekrar okşadıkça o kesenin tırmıklarını, kalıp sabunun kafamdaki incitmesini unutup bir tatlı rehavet hissettiğim anda, yallah tekrar su çağlayanı üstümde, tellağın kırışmış elleri yüzümde, gözlerimi silerken hafiften haydi sıhhatler olsun küçük bey fısıltısını duydum. O anda içimde bu adama karşı bir minnet hissetim.

Aynı tempo ve şekil ile kardeşimi yıkadıktan sonra babamın bize doğru geldiğini gördüm. Babam rehavetteki işini bitirmiş o da kurnanın yanına oturdu. Buhar tutmuş gözlüklerini çıkardıktan sonra tellak bir temiz kese yaptıktan ve sabunladıktan sonra hepimize birer ılık su tası atar ve
“BEYLERE SIHHATLER OLSUN, BAHŞİŞİMİ UNUTMAYIN’’ der bizleri bir bir kaldırır. Soğuklukta bizleri başka siyah bıyıklı tellak karşılar ve maharetli el hareketleri ile ısıtılmış mis kokan havlu ve peştamallar ile sarıp sarmalar, sanki yeni doğmuş bebekler gibi takunyalar ayakta tak, tak, çlak, çlak, tak, tak kalın ağır tahta çıkma kapısına doğru. Dışarıya çıkışta sanki başka bir dünyaya ayak basmış hissine kapıldım. Daha serbest nefes alıyor, bütün vücudum soluyor.

Soyunma odasına girdiğimizde bizi yine başka bir tellak karşıladı, üstümüzdeki havlu ve peştamalları el çabukluğu ile çıkarıp değiştirdikten sonra artık ne hal ne mecal kaldığını hissettim. Oradaki sert sedire uzanıp uyumak isterken babamın ısmarladığı Olimpus Gazozu gelir bir temiz yudumlarken uykuda gitti, rehavette. Babam yüzümüze bakıp tatlı bir tebessümle yumuşak ellerini başımızda gezdirip eğilip öptü. Haydii tekrar paltolar kazaklar, golf pantolonlar, çoraplar, ayakkabılar, bahşişler verilip büyük camlı kapıdan dışarı, haydi HEPİMİZE SIHHATLER OLSUN.

En nihayet Pesah akşamına dayandık. Aileden kimse Sinagoga gitmez. Bizim Yasef bir temiz giydirildikten sonra haydi sinagoga. Doğruya Mahazike Tora öğrencisi, hem de bu akşam babam agadayı yalan söylemeden okumaya başlayacak.
“SALYENDO DE ARVİD KUENDO SESKURESE’’.

Sinagog dönüşü evde büyük hazırlık var. Dayımlar, teyzelerim, anneannem, her zaman gidip gelmemiz olmayan büyük amcam ve ailesi, sözde kendini fanatik Müslüman zanneden Mehmet amcam ve ailesi, birkaç akraba, velhasıl bir büyük hareket bir büyük bereket.
Herkes bayram akşamı şıklığı içinde… Mutfak ufakta olsa herkes harıl harıl çalışıp son hazırlıklar tamamlanıyor.

Annemin yanakları pembe pembe, anlaşılan sıkı çalışıyor. Her şeyin tam ve güzel olmasına gayret ediyor. Açılmış ve eklenmiş masalara beyaz örtüler, set tabaklar, bir veya iki çeşit zira bu kadar kişi için tabak çatal ancak getirilenlerle olması mümkün. Ben ki herkesin sevabını almak için sinagoga gittim eve dönüşümde ve herkesin ellerini öpüp dualarını aldıktan sonra...
Her şey yerli yerine konmuş vakit te ilerledi. Karar çıktı, herkes masa etrafına oturur ve babam her zamanki gibi masa başına yerleşir, kendi ciddiyeti ile Agada kitabını önüne koyar ve herkesin sessizliğini ıstar, zira Mösyö Nisim Agadayı okuyacak. İbranice, tercüme İspanyolca harflerle okumasını bilen o. Zaten herkesin ona daima özel bir hürmeti ve saygısı vardır.

Her sene gibi hafiften yalan olmayan kelimelerle (Çünkü sinagoga giden bir ben vardım)
Salyendo de arvid denir ve şaraphaneden alınan büyük galon şişe şarabından önündeki bardağı doldurur ve diğer erkeklerin önündeki bardaklar doldurulduktan sonra Mehmet amcam bütün ciddiyeti ile başında takkesini düzeltip babamın hazırlıklarını takip etmektedir.
Nihayet agada başlamıştır. İlkin eller yıkanacak, bunun için bu senelerde halen evlenmemiş olan annemin küçük kız kardeşine bu vazife verildi. Başına hafif tül atmış, omuzunda havlu elinde bir bakır maşrapa, diğer elinde küçük bir leğen bütün erkeklerin ellerine su atar ve omuzundaki havluyu sunar. Herkes ona ALOTRO ANYO NOVYA SERAS İTEVEREMOS der onu takdis ederler. Bu olay daha ileri senelerde ailedeki genç kızlara geçecektir. Bir ananedir bu böyle gelmiş, böyle gider.
Bu sene kış çok soğuk geçti manavlara marul ve kereviz gelmedi. Fakat bu demek değil ki maror olmayacak. Biz Yahudiler her şeyi yaratırız hallederiz. Kıvırcık salata marul yerine ve maydanoz, kereviz yerine niçin olmasın.

Agada her sene ki tempo ve makamla herkes tarafından söylenmeğe başlar birinci ve ikinci paragraflar İbranice ve İspanyolca söylendikten sonra iş babama kalıyor. Herkes elindeki Latince yazılı küçük kitapçıklardan okur, okumazlar ve bütün iş babama kalıyor, ta ki on dayak kısmına geldiğinde. Her seneki gibi herkes ya başını öne eğer, kadınlar elleri ile yüzlerini kapar, biz çocuklar korku ile parmaklar arasından babamın fincan içindeki sirkeyi leğene parmağı ile fışkırtmasına gizliden bakıyoruz.

 Babam bu vazifeyi bitirip ellerini yıkadıktan sonra tekrar kendi ciddiyeti ile devam etmek ister ancak etraf sıkılmaya başlamıştır. Sesler gelmeğe başlar, biz çocuklar birbirimizi itiyor veya kahkahalarla gülüyoruz. Babam bir ciddiyetle Agadayı keser, bekliyor. “Haydi, mösyö Nisim nosekere Espanyol en ebrö ya mos abasta’’ der ve devam edilir.

En nihayet son görülmüştür. Her sene söylenen ve tekrarlanan cümle bu senelerde bizimkiler için biraz zor “ESTE ANYO AKİ,  AL ANYO VINYENDO EN TIERRA DE ISRAEL IJOZ FORROZ” Bizler bu vazifeyi yaptık ve döndük kolay olmadı. Babamın artık yüzü gülüyor, herkese salatanın yaprakları dağıtıldı, herkes siyah kuru üzümden yapılmış ‘harose’te’ daldırır yer ve dua eder. Nihayet lokma (Bokado), babam her seneki alışkanlığı ile bir parça matsa, bir veya iki salata yaprağına biraz harosi. Bu sene galiba muzipliği üstünde daha evvelden mangaldan alıp sakladığı bir küçük kömür parçasını anneannemin bokadosuna yerleştirir ve kendi ciddiyeti ile sunar ve dudak altından güler, gerisi malum.

Artık herkesin karnı acıktı. Yemekler her senenin aynı standart yemekleri ise de herkes bu yemekleri severek bekliyor. Herkes aç. Her sene çeşit olarak ne azalır ne eksilir, yalnız çoğalır aile büyüyor.
Yumurtalar, bimueloslar, bimuelos kon ispinaka, ancusas de ispinaka, ancusas de pırasa, pişkado de agristada, karne yahni, tavuk agristada, yuvarlak sert matsalar, bazen şemura ekmek parçası amotsi berahası için. Herkes memnun, herkes sevinç içinde herkesin yüzü gülüyor. EL KAVRETIKO KEME MERKO MI PADRE, UNO ES ELKRİADOR. Sevinç dolu seslerle söylendi. Artık vakit geç, saatler ilerledi. Herkes birbirini takdis eder ve evli evine köyü köyüne, yarın yeni bir bahar günü.
ALOTRO ANYO KEMOZAYEĞE EL DYO KONTODOS JUSTOS. AMEN !!!!!

Bütün bir hafta hamursuz evde, hamursuz sokakta en nihayet buda biter. Hamursuzun son gecesi eğer yağmur yağmıyorsa çayır olan yerlerden ot demetleri toplanır. PRZINAĞUA çekmece ve babaların pantolon ceplerine doldurulup bolluk, sıhhat ve hayırlı işler dilenir. Ondan sonra neden evde dolapta karınca var diye sorulur tartışılır.

10 Şubat 2014 Pazartesi

9-Purim lanu




Kışın sonlarına dayandık her ne kadar havalar yumuşamağa yüz tuttu ise yine deli Martayız. Purim bayramı, bu bayramda havraya akşamüstü gidip megila denen rulo şeklindeki Sefer Toraya benzer kitaplar ve okunduğu zaman oturan büyüklerin bazı anlarda ayaklarını yere vurup patırtı yaptıkları veya ellerinde tutup tahtadan yapılmış kaynana patırtısını çevirerek triii, traaa gibi ses çıkaran oyuncak ve Binyamin şekercide satılan şekerlemeler esponjada, beyaz kırmızı çizgili Magen David şekerlemesi, makaslar ve özel şeyler.
   
Bu sene büyük annemin evine gideceğiz. O her sene bu bayramda cevizli borrekas yapar, özeldir, çok lezzetlidir. Akşam üstünden annem bizi annesine yollayıp biraz bizden istirahat ister. Büyük annemin evi caminin ve mahalle su musluğunun üstündedir. Bu ev dayılarımın iş yeri ve yaşadıkları evdir. Ayrıyeten evin bir özelliği her zaman anlatılan ve gülmekten kıran geçiren bir hikâyesi olması. Ev dışarısı kâgir görülürse de içerisi tam ahşaptır. Yani eski ahşaptan kâgir. Bu ev üç kattan olup eski tahta giriş kapısından iç kuyusu olan avluya girdikten sonra tahta merdivenlerle ikinci kata ve oradan tahta kapı açıldıktan sonra yine tahta merdivenden büyük annemin evinin uzun dar karşıda pencerelerin altında bütün uçtan uca dayanan minder karşılar. Sağ taraftaki oda hem iş yeri, kunduz çekilir, hem de domuz kılı taranıp takoz yapılır, aynı zamanda erkeklerin yatma odası. Küçük iki basamaktan sonra mutfak ve içinde yüznumara (LA KUZİNA), yapışığında mutfak, ornayas dedikleri kömür ve çıra ile ateş yakılan üstünde yemek pişirilen bacası bazen çeken bazen bütün evi duman içinde bırakan solda tel dolap ve yanında saçtan yapma küçük musluklu üstten doldurma su bidonu ve ocağın yanında büyük tinaja (su küpü) hemen üstünde çingenelerden satın alınan hindi tüylerinden yapılmış yelpaze…

Dedik ya bu evin hikâyesini yapan oda, büyük annemle genç teyzemin yattıkları büyük oda. Günlerden bir gün büyük annem bu odanın temizliğini yaptığı bir anda tabanı tahta olan odanın tabanı çökmüş ve büyük annem kendisini komşu Mösyö fotoğrafçı David’in yatağında bulur. O gün bu gün bu delik böyle kalmıştır, iki komşu kendi yatak dedikodularını paylaşırlar. Dayılarımdan ve teyzemden sıcak öpücükleri ve Purimlik aldıktan sonra büyük annem bizleri elimize esponcada verip köşeye oturtur.

Akşam olup annemle babam ve evin bütün komşuları toplandıktan ve laf luf ettikten sonra büyük annem mutfaktan kalaylanmış yarı parlak biskoços sinisini çıkarıp masanın üstüne koyup herkes etrafa toplanıp Purim ananesi olan üç zar (DADOS) oyunu oynamağa başlanır. Gülmeler, bağırmalar, basan alır, basmayan hava alır, haydi pipi, gel açıktan koyalım derken bizler bu hengâmenin içinde bazen zar atar, bazen beraber bağırır, gözler fal taşı gibi açılmış, saat geç olmuş, kimin umurunda. Uyku ne diye panayır var, panayır…    

Artık mevsim bahara gidiyor. Havalar daha açık, gökyüzünde beyaz aralıklı pamuk bulutlar arasından parlak güneş görünür ısıtır oldu, açık çayırlarda tek tük kalan erik ağaçlarında beyaz, pembe tomurcuklar çiçek açmağa yüz tutuyor. Purim bayramından bir ay evde baharın hazırlıkları başlar. (Purim lanu Pesah en la mano) Havalar her ne kadar açık ise bile yine soğuktur, kim dinler ki okuldan bu çocuklar vapurla, kayıkla gelecek.  Ev soğuk, bu zamanda mühim olan Pesah hazırlığı. Pencere ile çerçeve arasındaki rüzgârı içeri koymayan sıkıştırılmış gazeteler çıkarılıp pencereler fora, ev bu sene boyanacak. Badanacı sabahın köründe elinde boya kovaları, merdiven, fırçalarla iskemlede oturur bizim okula gitmemizi bekliyor. Odaların hangi renge boyanma kararı annemin. Karar bizim oda açık mavi, kendi odasını roz bonbon, salon, oturma odası, mutfak beyaz renge boyanacak. Boya günleri eğer hava soğuk ise vay halimize neden mi söyleyeyim. Boyadan sonra soba yakılmaz,  karar bu karar, bu kadar. Mahallede Pesah hazırlığı aynı şekilde her evden hissedilir. Halılar çıkarılıp ev önlerinde veya tepenin orada Mehmet tarafından dövülür, sabunlanır, yıkanır, kurumağa bırakılıp sarılır. Haftanın bir iki gününde salıncakların kurulduğu meydanlığın bir köşesinde çingene kalaycı ve karısı yerini alıp deri körüğüne bağlı demir borudan çıkan havayı açmış olduğu ve kömürlerle doldurduğu çukuru körükledikçe kor olmuş kömürlerden çok güzel mavi renkli bir alev yükselir. Bu tablo biz çocuklar için çok dikkat çeken bir olaydır. Her sene aynı yerde aynı kalaycı aynı şalvarlı kadın ve çocukları. Biz arkadaşlar diz çökmüş kalaycının eline aldığı kararmış, silinmek üzere olan kap kacak ve siniyi ilkin bu ateşin üstüne ustalıkla elindeki acayip yapılı uzun maşası ile evirip çevirdikten sonra üstüne beyaz tozu atığında hepimiz alışıla gelmiş şekilde burunlarımızı ellerimizle kapar, çıkan özel keskin dumandan korunurken kalaycı elindeki tomar pamuğu ısınmış kabın üstünden bir sihirbazın el çabukluğu ile o kabı bembeyaz parlayan gümüş rengine boyadığında içimden alkış tutup büyük bir bravo demek gelir. Hayret dolu gözlerle ikinci kaptaki sihiri beklerim.

Seneler halen zor seneler olsa gerek kalaycının olduğu yerde başka bir köşede ya aynı günlerde veya başka günlerde kırılmış, çatlamış kıymetli sayılan porselen tabak, vazoları tamir eden usta oturur. Bu gün keyfimize diyecek yok. Hem kalaycı, hem cam porselen ustasını bir arada seyrediyor, vakitlimizi kültür bakımından ilerletiyoruz. Netice öyle bir zaman ki hiçbir şey atılmaz. Ne de verilir her şeyin kıymeti vardır, idare edilir.

Artık bu tiyatrodan sıkıldık. Haydi, evden aldığımız veya evvelki oyunlardan kazandığımız ceplerdeki Pesah cevizlerini çıkarıp oyuna başlar bağırıp, çağırırız.  Evin yolunu almak üzere iken bu saatlere kadar nerede kendimi bıraktığım sorusuna cevap hazırlarken köşe başında sigara kutularının kapakları ile duvar oynayan birkaç çocuk arkadaşımın oyunlarına katılmadan olmadı. Gelincik, Yeniharman, Sipahi, Yenice, Bahar ne güzel eğleniyor, vakit geçiriyoruz. Saati maati unuttum bile. Meğer saat epey geç olmuş, annemi ensemde gördüğümde, işte o anda kendime geldim, haydi bakalım Jozef bey hazırlan negrenyado, ijo negro, zingano delas kayes gibi küçük tartaklamalarla haydi eve.

İyiki Babam halen işten gelmedi, bir suratıma bakması on dayağa bedel.abamdan bugüne kadar bir fiske yediğimizi hatırlamıyorum, bütün bu iş annemden oluyor, cimciik, popomuza şamar, ensemize tartak. Hava halen soğuk. Okul bir hafta sonra tatil. Birde ikinci karne ile beraber on gün tatil Hamursuz bayramı. Bu hafta evde bayram hazırlığı hissediliyor. Bu sene her seneden değişik. Agada bizim evde olacak galiba. Anemin ne Confidance ne de Le mond dergisini okumak için vakti var.
Avramiko manavdan gelen yuvarlak silindir Massa paketleri annemin yatak odasındaki elbise dolabı üstünde sıralanmış, iki üç tane de mutfakta açılmış. Pesah yemeklerinde kullanmak için büyük, orta emaye kapların içine okunmuş suda yumuşamaları için bekliyor.

Paylanın içinde manavdan gelen kökleri toprak çamur dolu ıspanak demetleri, pırasa kümeleri köşede, saz sepeti saman içinde babamın iş için karda, kışta mal satmak için gittiği Lüleburgaz, Silivri, Trakya’nın veya Karadeniz kıyı köylerinden getirdiği köy yumurtaları, diğer köşede Olive zeytinyağı tenekesi (bir beladır bu teneke cam şişeyi al, huni koy, tenekeyi kaldır, huniyi ayarla, yağı huniye ayarla, Uno ariva, uno abaşo).  Ispanağın yanında bu sene çok soğuk olduğundan Maror marulla değil kıvırcık salata ve kereviz yerine maydanozla yapacağız. Annemin elleri soğuk sullarla yıkadığı bütün bu yeşillikler kırmızı al olmuş. Yapraklar bir tarafa Avazlar (saplar) bir tarafa,  parsalar ince kıyım, bir kısım küçük silindirlere kesilmiş emaye leğenin içinde yüzüyorlar.

Büyük annem başında haşvarisi (tokası) gaz yağı ile çalışan pompalı Pirmus üstüne yerleşmiş büyük kararmış fokurdayan sahanda Köftes deprasa, de patatas, bumuellos de ispinaka                                                                    hazırlamakla meşgul, annem diğer taraftan ancusas de ispinaka, de sarsiça, limonlu ravoz, et yahnisi, tavuk agristada şeklinde, agristada veya perişil ile yapılmış biraz gaz kokan kefal balığı. Ekmek ve hamurlu mamullerle dolaşmamız yasak. Bir köşeye ekmek ve diğer hamurlu mamuller, yani yasak olan şeyler konur ve böyle idare olunur, yoksa Pesah kaçar.

Arada bir annem gizliden bir parça hamursuzu büyük anneme göstermeden çok sevdiğimiz Binyamin şekerciden Pesah için alınan şarope blankodan alır, masanın üstünde sürüp bizi sokağa sürer. Ben eminim ki büyük annem bütün bunları görmüş içinden gülmüştür. Cin karıdır o.

Diğer geçen senelerde Pesah akşamı büyük annemde yapılırdı. Öyle ki büyük annem lostra açar yani çatal bıçak, kap, kaçak, hepsi Pesahta kullanılır. Pesah bitince yıkanır durulanır gelecek seneye saklanmak üzere dolaba büyük beyaz çarşafa örterek saklanır (bu deyim -Lohusa açmak- bundan gelse gerek). Pesah bayramı tabiatın yenileşmesi, yeşermesi, havaların açıp ısınmasına dek gelen İlkbaharın habercisidir. Purim bayramının bitiminde söylendiği gibi:
‘’PURİM, PURİM MANO. PESAH EN LA MANO, YAVINO ENVERANO PARA IR AL KAMPO.’’
Yani anlaşıldığı gibi her şey yeni, her şey pak olacak.