14 Şubat 2014 Cuma

11-Heybeliada’da yaz tatili




İsrail’den gelip Balata yerleştikten bir iki sene sonrasına kadar yaz tatili ekseriyetle Balat’ın içinde veya ona yakın Fener iskelesi parkına annemle birlikte gidip hava almaktı.
Geri dönüş, yerleşmek, iş kurmak, ev düzeltmek pek kolay bir dönem değil herhalde? Kimin başı gezmelerde, tozmalarda? İnşallah buda gelecek derken gelişimizin ikinci senesinin yaz tatilinde annemin büyük kardeşi Fırçacı Nesim amcam Heybeli adasına ailesi ile yazlığa çıktılar.
Annem ve Babam bütün aile fertleri tarafından çok sevilen ve sayılan kişiler. Böyle iken bizi birkaç günlüğüne adaya misafirliğe çağırdılar.

Biz ki Balattan ve Hasköy’ün okul yolundan başka yön görmedik. Annem günün erken sabah saatlerinde küçük bir valiz hazırlayıp yazın Ağustos sıcağında çiçekli ince elbisesi, bavulu ve bizler elinde Balat dışındaki dolmuş durağında nikelajları parıl parıl parlayan Desotoya binip paket taşından örülmüş dar Unkapanı Eminönü yolunu aldık.

Bu yol bizler için pek bilmediğimiz için gayet enteresan idi. Bu dar yoldan koskoca otobüs ve kamyonlar birbirleri ile çarpışmadan yan yana geçip gitmeleri, yanlardaki eski İstanbul surlarının duvarlarına çarpmadan geçmeleri. Bu şekilde etrafa baka baka tangır, tungur Fener, Cibali, Unkapanı derken Yemiş Yağ iskelesinden Babamın dükkânının önünden geçip, Eminönü meydanına vardığımızda karşımızda bütün haşmeti ile Yeni Cami ve etrafında uçuşan gri siyah güvercinleri bizleri karşılarken dolmuştan inip, bizde oradaki insan seline karışıp caddenin ortasındaki kırmızı beyaza boyanmış silindirin içinde mavi gri elbiseli kasketli polis amcanın el hareketleri ile düzenlediği trafiğe baka baka önümüzdeki Eminönü köprüsüne çıkıp sağ tarafında yürümeğe başladık.

Allah’ım burada hava ne güzel püfür, püfür estikçe yazın boğucu sıcaklığı burada kayboluyor, karşı Haydarpaşa, Salacak, Kadıköy, Adalardan Marmara sularında dans eden beyazlı, siyahlı, uzun bacalı ada vapurları, motorlar, mavnalar, boğaza doğru yol alan büyük vapurlar, martılar, martılar ve bizler.
 Bu ahenk içinde bizler demir merdivenlerden inerken adalar iskelesindeki insan kalabalığının içine karıştık. Etrafta simitçiler, elma şekeri, horozlu düdüklü şeker, tarak, çorap satmağa uğraşan satıcılar, iskeleye bağlı ada vapurunun kıç tarafında dolanıp duran ağır, siyah, geniş, hantal sandallarla şeftali, armut satmağa çalışanlar yanında balık ekmekçiler ve bunları hayranlıkla seyreden bizler. Bütün bu hengâme içinde sıraya girip öndeki küçük pencereli gişeden beyaz kartondan ada biletlerini almaya muvaffak olan annemin etek ve elini tuta, tuta tahta iskelenin üstünden doğru üst kattaki birinci sınıf denen kısmın taraça kısmına girip, uzun üstü muşamba koltuklu sıralara otururken annemin yorgunluğunu görür gibi oldum.

Ne yapalım her şeyin bir fiyatı vardır bu hayatın, dert için değil zevk için gidiyoruz. Yan açıklıktan gelen hafif rüzgâr sıcak olan havayı hafiflettiği sırada uzun kesik kesik vapurun düdüğü vapurun hareketini müjdelerken taraçanın içi gönülleri açan bir rüzgâr ile havalanmağa başlar. Bu an bana İsrail’e vapurla gidişimizi hatırlatır gibi oldu, ne var ki bu sefer rıhtımda ne el, mendil sallayan, ne de ağlayan bir annem vardı. Artık Sarayburnu karşımızda ne güzel bir kartpostal görünümü Topkapı Sarayı, Sultan Ahmet Camii, arada hafif kırmızıya kaçan muhteşem asırların Ayasofya Camii, Kilisesi...

Vapur tekmil adalar, Haydarpaşa, Kadıköy, ne acelemiz var, vakit bizim, hava kaymak gibi kimse arkamızdan koşmuyor, adaya gidiyor, gidiyoruz. Vapur yalnız adalılar için değil galiba. Burası birçok kişinin nafakasını bulduğu iş yeri, biri gider biri gelir, tarak satan, buda bedava, tablasına yuvarlak sıraladığı simitlerini satmağa bakan simitçi, lotaryacı elinde çukulataları dizmiş dolanıyor, vapurun çaycısı, ayrancısı, sandviççisi, karşıdan tatlı bir yasemin kokusu ile birlikte Rum şivesi ile patlıcana saplı beyaz yasemin demetini tutan
YA SENİNDİR YA BENİM ON KURUŞU VERENİN.

 Mavi sakin sularda kayan vapur sefasına doyum olmuyor. Nihayet Kınalıada ardından Burgazada karşısında gayet şirin tek evli küçük yeşil Kaşıkada, bütün geçtiğimiz ada iskelelerinde çıkan insanların hiç biri koşmuyor, gayet ağır adımlarla rıhtıma doğru yürüyor, acele etmiyorlar. Neden etsinler. Ada burada, onlar burada, aceleye ne hacet.En nihayet Heybeli plaj koyunu ve burnu geçtikten sonra Heybeliada’nın bayraklı iskelesi görünür. Nihayet bu hoş, güzel vapur gezintisi bitmek üzere iken annemin yüzü rahatlık içinde iken bizleri karşısına, alır sıkı sıkı tembihler yağdırdıktan sonra valizi alıp çıkış koridoruna indik. Duyulan konuşulan lisan benim bildiğim İspanyolca. Yazın ada ahalisinin büyük bir kısmı bizim Yahudiler. Vapur iskeleye halat atıp iskeleler verildikten sonra insanlar aynı diğer adalardaki gibi acele etmeden iskele çıkış kapısına doğru yürüyüp onları rıhtımda bekleyenlerle buluşurken bizi teyzem ve kuzenlerim karşılayıp evlerine doğru yollandık. Kaldığımız bir hafta içinde bisiklete bindim, iskele rıhtımında cırcırlar yakaladım, plaja gidip Asafta ızgara köfte, kızarmış patatikas yiyip denize girdikten sonra şezlongda yatıp öğlen uykusunu tattıktan sonra akşamüstü eşekçi Hüseyin’in eşeklerine binip hep birlikte eve döndük.
Ada hayatına alışmağa başladığımız bir anda hafta bitmişti. Tanrı kimseyi kendi evinden eksik etmesin prensibine uyarak teyze ve amcamın ısrarlarına rağmen anlayışlı annem valizi hazırlayıp her şey için teşekkür ettikten sonra tekrar vapur sefasını tattıktan sonra kendimizi Bizim Balattaki evimizde bulduk.
LA MUNCA MIYEL KENO BULANEYE.

Balata dönüşümüz halen devam eden yaz sıcaklarına rastlar. Çarşı Pazar gündüzleri tenhadır, biz çocuklar ev havlularının serinliğinde kâğıt veya sigara kâğıdı, hikâye, masal anlatmakla veya birkaç gün evvelki Milli Sinemasında gördüğümüz otuz iki kısım birden Zoro veya Baytekin anlatılır ve bir daha yaşanır. Akşamüstü hava serinledikçe bizler sokağa dökülmeğe başlar Sinagogun arka duvarında birdirbir, bilye, cam misket üçgeni, sobe, köşe kapmaca, çelik çomak, kızlar seksek. Bu akşam özel bir akşam. Bizim akranlarımız Balat dışından satın aldıkları mukavva kutusuna koydukları beyaz gri karpit taşlarını alıp kaldırımın üstünde ufaltıp yolun ortasında yeni açılmış küçük çukurun içine biraz su doldurup birkaç karpit parçası atıp üstüne bezelye boş konserve kutusunu çevirip herkesin çil yavrusu gibi dağıldığı anda kutunun büyük bir patırtı ile havaya uçması sanki bizleri dünkü Milli Sinemasında seyrettiğimiz Erol Flayn’ın filmini tekrar yaşatmış oluyor. Artık tekrar akşam olmadan karanlığa kalmadan bir iki misket oyunu, bir iki hayat kâğıt oyunu eller pis, dizler kararmış, ayakkabılar renklerini kaybetmiş, memnun, mesut ve bahtiyar köşe başına kadar birkaç çocuk,  gürültü, patırtı, tatlı hayat. Her biri kendi yoluna kendi kapısına, bizler eve çıkarken annemden yiyeceğimiz paparaya hazırlanıyoruz.

Çarşıdaki esnaf günün sıcağının kuruttuğu tozlu sıcak yol ve kaldırımlara ellerine aldıkları teneke kutu ve kovalarla su serperler, hem temiz görünür hem de serinletir. Bugün değişiklik olsun ve cebimiz belki biraz para görür diye evde bulduğumuz birkaç oyuncak, on kere okuduğumuz resimli kovboy dergileri, eski çalışmayan saatleri bir kutuya koyup evin önünde niyet yapar veya gezip niyet çektirir ele gelen para ile ya yanımızdan geçen leblebiciden leblebi veya macaroz veya biraz daha fazla kazandıysak macaroz helvası alır, seviniriz.   

Akşam, karanlık etrafa inmiştir. Akşam yemeğinden sonra annem babam evin açık pencerelerinin önündeki mindere oturup sohbet muhabbetleri arasında yeşil gözlü Grundıg radyosundan Hamiyet Yüceses’i veya Münir Nurettin’i dinlerken, komşuların bir kısmı ev önüne yerleri biraz su serpip serinlettikten sonra iskemle tabure çıkarıp geçen Pazar günkü gidip eğlendikleri düğünü konuşurlar. Bizde siyaset konuşulmaz. Bu ya berber Sabetaya veya Pazar günü Mehmet’in kahvesine bırakılır.
  
Yazın son haftaları bitmek üzere, bayramlar kapıya dayandı. Bu bayramlar geçtiğimiz kış aylarına rastlayan bayramlara pek benzemezler. Bunlar daha çok dini bayramlar olup aile toplantıları pek görülmez. Kipur’dan başka ekseri babalar işe indikleri için bayram havası ortalıkta pek esmez.
Kipur günü bütün Yahudilerde olduğu gibi Balatta da çok önemli bir gün sayılır ve hürmet edilir.
Babam dindar bir insan olmamasına rağmen Kipur gününe çok hürmet verip sayan bir insan. Bazen anlattıklarına bakılırsa annesinin babası yani babamın büyük babası Hasköy’de Rabandı, bunun neticesi olsa gerek kanında biraz dine ait bir şeyleri kaldı. İbranice okuduğu gibi aynı zamanda Ladino Espanyol harfleri okuma yazması var.

Ekseri Kipur günü annem bizleri onunla Sinagoga yollar. Babam Sinagogdaki herkes gibi değildir, girdiğinden çıktığı akşam üstüne kadar Sinagogun dışına çıkmadığı gibi gözünü kitaptan ayırmaz. Tevadaki hahamla birlikte hafif bir sesle onunla beraber okur, söyler, hürmet eder. Annem bu küçük yaşımda babamın başını yiyor. “Nesim bu çocuğa ne zaman Şemayı öğreteceksin’’ deyip durur. En nihayet bir akşam bu küçük yaşımda başıma takkeyi koyup, kendi de koyduktan sonra gayet ciddi bir şekilde yatağa yatırıp senelerce söylemeğe devam edeceğim alışkanlığı bir, bir kelime, kelime her akşam tekrarladıktan sonra en nihayet ezbere bildim ve devam ettim.
Şema İsrael anlaşıldığı gibi biz İsrail Oğullarının Allahtan iyi veya kötü günlerimizde yardımını bu kelimelerle istediğimiz bir duadır. Bunun ilk örneğini İsrail’den gelişimizin üçüncü senesinin sabaha karşı olan olayla gördüm ve hissetim. Acayip bir uğultu ile başlayan ve arkasından bütün ev bir oraya bir buraya sallanmağa başladığı anda hepimiz yataklarımızdan fırlamamızla korkudan bizlerin ağlayışlarımızı babam elini başına koyup hepimizi yatak odasının kapısındaki mezuzanın altına toplayıp hepimizi kucaklamak gayreti esnasında kalbinden gelen bir sesle elini mezuzaya yapıştırıp ŞEMA İSRAEL, ŞEMA İSRAEL, ŞEMA İSRAEL kelimelerini tekrarladıkça gözlerindeki korku ve heyecanı halen gözlerimden çıkmaz oldu.  Demek inanmak güzel bir şey.

Balat’taki bizim Yahudi milleti memleketin siyasi meseleleri ile pek ilgili değildir.
GÖZLERİMİ KAPARIM VAZİFEMİ YAPARIM. NO MOS KARİŞEAMOS ALOS ECOS DELOS HÜKÜMETES.
Ancak günlerden bir gün Ahrida Sinagogunun yanındaki Demokrat Parti Ocağının kapısında her bir yanında Türk ve mavi beyaz İsrail bayrağı konulduğu gün bizim milletin kalpleri bir hoş oldu. Günün mevzusu bu oldu demek ki Büyük Türkiye Cumhuriyeti Küçük yeni Yahudi Devleti İsrail’i tanımıştı. Ne kadar olsa bizler ki asırlar boyunca korktuğumuz mezhebimizden korkmayıp ben Yahudi’yim diyebilme kuvvetine sahip oluyorduk.
ŞEEHİYANU VE KİYEMANU VE İGİYANU LAZMAN AZE. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder