8 Mart 2014 Cumartesi

21- BEYOĞLU MUSEVİ LİSESİ


Sekizinci sınıfa kadar geldim, halen sınıf erkek ve kız karışık okuyoruz, sınıflarda fazla talebe olduğundan halen sekizinci A ve B olarak ayrılmış durumda biz erkeklerle kızlar arasında büyük aşklar yok gibi, herkes kendi havasında yaşayıp gidiyor. Zaman kimseye bir şey sormadan geçip gidiyor, kışlar baharları, baharlar yaz ve kışları takip ederken benim yolum aynı yol. Tramvay, otobüs, troleybüs, bazen yayan tavana kuvvet ver elini Kurtuluş, Şişhane, Kuledibi. Değişmeyen şeylerin içinde bazen öğle yemeklerini Apollon havrasının karşısındaki Yomtov mezecisinden aldığım Amerikan salatası içinde mortadellalı sandviç veya Birinci Karma Okulunun karşısındaki suratı asık her zaman hayata küsen aksimi aksi gülümsemesini hiç görmediğim köfteci mösyö Moiz’e gidip çeyrek ekmek içine yerleştirip üstüne tuz serptiği köfteli sandviç. Eğer para durumu o gün müsait ise LO BUENO pastanesinden mösyö İsrael’den pasta alıp öğleni götürüyorum.
Bu sene Kuledibi Yahudilerinde büyük sansasyon var. Çok senedir talebesiz kalıp kapalı kalan benim eski Hasköy Musevi İlkokulu cemaatin kararı ile Musevi Ruhani Okulu olarak yürürlüğe giriyor.
Peki, bu okulun talebeleri kim olacak? Yeterli talebe olacak mı? Okulun tedrisatı ne biçim bir tedrisat? Bugünkü Türkiye’de bunu düşünmek ve yürütmek mümkün mü? Öğretmenler kim olacak? Biz ki bütün din serbestliğine rağmen bu yer bizleri ırgalayacak mı? Bunun maddi çıkarlarını kimler karşılayacak?

Bütün bu suallere cevap yok iken teşebbüs başlatıldı, talebelerin büyük bir kısmı dar gelirli olan Yahudi ailelerin çocukları ve Mahazike Torada öğrenim gören, şimdiye kadar Musevi Lisesinin ortaokulu son sınıfına kadar gelebilmiş talebeleri toplayıp işe giriştiler. Okul zor, çok az sayıda mezun verdikten sonra bir daha açılmamak üzere kapıları okul olarak ilelebet kapattı. Bu güzelim bina Yahudiliğin zamanında iftihar edip terbiye ve kültür veren yer ileride ne olacağı şimdiden tasavvur etmek zor. Zaten bunları düşünmek için vakit çok erken olsa gerek. Dedik ya biz Yahudiler göçmen insanlarız nerede ne zaman olacağımız belli değildir.

Ortaokul imtihanlarını geçip bitirdikten sonra Lise hayatına başladım. Artık sınıf ortaokulun son sınıf talebelerinden devam edebilenlerin birleştiği tek bir erkek kız karışık dokuzuncu sınıf. Ortaokulu bitirenler veya bitirmeden ayrılan talebeler, ya maddi sebeplerden veya okuma isteği olmadığından İstanbul’un Tahtakale veya Yeşildirek Üniversitesinin ilk sınıflarına yazılıp hayata bu şekilde atıldılar. Bizlerde sınıfları bir bir takip ederek baba parası, arada çıkar ise küçük sınıf öğrencilerine hususi dersler (talebe avcılığında muvaffak olabildi ise) vererek babamıza ve kendi harçlığımıza yardımcı olmaya bakıyoruz. Bunu yapmak şart zira Pazar günkü kulüp, sinema, parti, Tophane ve kapalı çarşıdan Lewis cins pantolon ve Amerikan gömlek alıp bu günkü modaya uymağa bakmak lazım.
Bu dönem yaşın verdiği fizik değişiklikleri yanında şahıs olarak daha ciddi, daha etraf olayları ile ilgilenen, gazete okuyup radyo dinleyen, daha etrafın sorumlulukları ile ilgilenen ve katkıda bulunmaya hazır bir genç olurken kurulup devam eden arkadaşlıklar daha sıkı, daha yakın ve hoş olmaya başladı. Bu güzel diyebildiğim devrede giyim ve kuşama daha da önem veriyor, okul çantası yerine kitap defter elde taşınıp çoktandır evdeki sakal tıraşını bazen saç kesmek için gittiğim berberde tekmil saç sakal yapıyorum. After şev olmadan olmadığı gibi arkadaşlar çoktandır COOL, SALEM sigaralarını ceplerine yerleştirdiler. SINIF TAKIMI: İZAK LEVİ, İZAK ANJEL, YOMTOV ASSES, YUSUF KOHEN, MENAHEM BARROKAS, ALBERT BEHAR, MOİZ BEHAR, SAMİ ZALMAN, YASEF SEVİ, AŞER LEVİ, SALAMON BENZERAY, MEİR NAE, HAİM UZİEL, REFAEL LOMBROZO

Okuldaki faaliyetler arasında dersler, muziplikler, basket maçları ve arada bir küçük toplarla iki pota demiri arasında maçlardan başka okul dışı hayatım okulumdan olmayan Cumartesi, Pazar arkadaşlarım. Yine Kuledibi, Şişhanede oturan Yakup, Macit, Jojo, Malki, Boksör Cako toplanıp ya evde Pol Anka, Elvis, Şadovs kırkbeşlik plaklarla müzik dinler, saçlar briyantinle ayna karşısında taranır, dans figürleri tekrarlanır, evde yumurta var ise melemen yapılır, yendikten sonra hep beraber sokağa. Saat beş buçuk bugün Pazar gök kapalı yağmur çiseliyor.
Bankalar yokuşundan çıkmakta olan kırmızı tramvaya birer birer atlayıp doğru Beyoğlu'ndaki Yeni Melek yan sokağındaki langırt ve caz sesleri ile donanmış salonda heyecan dolu masa futbol maçları başlıyor. Nihayet sinema saati gelmiştir. Bugün Saray sinemasında güzel bir filme gidiyoruz. Film bittiğinde daha saat erken, bu saate bazen Galatasaray Lisesi karşı sokağındaki Haylayf’a gidip sosisli sahanda yumurta yenir. Veya bu günkü program gibi sinema yanı İnci pastahanesinde kalabalığın arasından Profiterol veya Uludağ pasta yenip Ağacami karşısındaki Atlas sinema çıkışındaki ikinci kattaki Bilardo salonuna gidip küçük seyirci tribününden meşhur Tıptop. Siyah yelek, beyaz gömleğin yakasının içinde fuları dışa doğru bombeleşmiş pantolonu tringa pırıl pırıl siyah ayakkabıları ile aydınlanmış yeşil çuha üstündeki kırmızı beyaz üç top toplara bakıp düşünürken birden bire herkesin bildiği ve her seferinde herkesi heyecanlandıran kükremesi duyulur:
SOFYANİ İSTEKAMI GETİR.

Artık Cumartesi, Pazar kurtları atıldı, İstiklal caddesinden Tünele geçen hafta sonunu ve gelecek haftaya yapılacak parti için planlar ve yer tayini konuşulurken Tünel durağına geldiğimizi görüp karşıdaki durakta sanki yetmiş numaralı Kurtuluş otobüsü beni bekliyormuş haydi eyvallah doğru ev yoluna. Hafta bitti haydi gelecek haftaya.

Bu şekil hayat gidişi içinde Şeker Bayramı arifesi, şahsi mali durumumuzu düzeltmek için tüccarlık içgüdümüze bağlı olsa gerek pazarlarda çorap satışına karar verdik. Hesaplar, kitaplar, nereden alınır? Nasıl satılır? Nereden sermaye? Peşin? Konsinye? Her birimize ne kadar kalacak, her kafadan bir ses, vesaire, vesaire.

Karar para kazanıp zengin olmak ve Kapalı Çarşıdaki Aliden Amerikan cins, gömlek almak için. Ana sermaye için her birimiz kendi membalarına müracaat ettikten sonra (ben annem ve büyük annemden) bu kabarmış içgüdü ile doğru Yeşildirek Mahmutpaşa’daki küçük çorap imalathanelerine didinip baba, dayı, tanıdık tüccar isimleri verip mal almaya başladık tek şart konsinye. Mal büyük küçük, orta, bebek,  ölçü yumruk.

Malı arkadaşlardan Yakup’un evinde topladıktan sonra ikiye bölüp bir kısmımız Beşiktaş halk pazarının girişinde bir kısmımız da çıkışında satmak için dağıldık. Mal her renkten dört ucu sicimle bağlanmış muşambaya yerleştirilmiş, birimiz çığırtkan, birimiz isketeci ve belediyecileri kollayacak, birimiz mal satıyor. Zaman ilerledikçe Pazar kalabalıklaşıyor, mal iyi satılıyor bağırmalar, çağırmalar, gülmeler, laf atmalar, sevinçler. Demek ticaret sanılıp düşünüldüğü gibi değilmiş, alnın çok terleyip sırtın acıyıncaya kadar. Mal öğlen saatlerinde azalınca arkadaşlardan ikisi haydi imalathanelere mal getirmeye, peki yemek ne olacak yolda simitle idare oluruz. Bu sefer daha büyük sermaye var ancak arife bir gün ya satamazsak? Nasıl olsa bu furya ile bir değil daha iki sefer yaparız, nasıl olsa konsinye değil mi? Der mal alınır. Mal gelip satılmaya devam ettikçe heyecandan, gülmelerden, dört olan sesleri kısılmış bizler karanlık olmağa başladığının farkına varmayıp birden müşteri görmeyince birbirimize ve muşambadaki mallara bakarken günün bittiğinin farkına vardık. Satılan satıldı, kalan mal kaldı. Cebimizdeki para tomarlarını hissettikçe Allah bin bereket versin pantolon, gömlek ve moda koyunda bir Pazar sefası için para çıktı.

Bu da benim ilk ve son tüccarlığım. Kalan mallar ne geri verildi ne hiçbirimize yaradı. Kime hediye vermek istedi isek dudak büküp teşekkür edip geri verdi. Bu azimli hamarat, hayatın çemberinden geçmeye gayret eden çocuklar ilerdeki zaman içinde hangi yollardan gidip hangi meslekler edinip nereye varacak? Acaba bu candan olan samimi hislerle dolu arkadaşlık, kardeşlik devam edecek mi? Yoksa herkes yoluna gidip bu anları unutup hatırlamayacak veya hatırlamak istemeyecekler mi? Hayatın insanlara yaptığı değişiklikleri şimdiden kim aklına getirip ona göre hareket eder, acaba bu genç çocuklar ileride birbirlerini arayıp soracaklar mı?  Her biri sıcak bir sohbette çocuklarına bu güzel, saf, tatlı olayları ve anıları anlatacaklar mı ???????????

Ortaokula başladığımdan bu yana annem epey rahatsız gidiyor. Nefes darlığı, çarpıntı, öksürük, halsizlik ve daimi yorgunluk… Kalp yetmezliği teşhisi çoktandır Doktor Nisim Tabah tarafından Balat hastahanesinde konmuştu. Babam elinden geldiği kadar evdeki yükünü hafifletmek için dayılarımın atölyesinde çalışan Şakir’in kız kardeşi Fatma’yı yardımcı olarak aldırdı. Kalp yetmezliğine bağlı nefes darlığı çok kötü bir meret. İnsanın havaya olan yoksulluğunu görmek yakından hissetmek çok zor bir şey  

Zaman geçtikçe bu tablonun sıklaşması, çok sevdiğim annemin acizliğini görmek beni ona sevgi ile daha da yaklaştırıyor. Bu durum bana ona yardımcı olabilmem için çok şeyler öğretiyor. Fatma’nın olmadığı zamanlarda lüzum olduğu takdirde yerlerin silinmesi, pazara gitmek, evin alışverişlerini yapmak, icabında yemek pişirmek, evi yerine koymak.

Lise tahsilim devam ediyor. Arkadaşlarım arasında sevilen bir kişi oldum. Allame bir talebe değilsem de ant içtiğim bu okulu bitirmek için ne lazımsa yapmaya gayret ediyorum.
Kardeşim İzak Işık ortaokulunu bitirdikten sonra soluğu Tahta Kale Üniversitesine attı. İzak cin kadar kurnaz, akıllı, cana yakın, çalışmaktan yılmayan, herkesle arkadaşlık kurabilen bir çocuk. Bunu neticede gerek kendine ve gerek etrafına ispat ediyor.

Artık o da piyasanın verdiği lakapla ismi Osman oldu. Bizim Osman parayı kazanmasını öğrendiği gibi harcamasını da o kadar öğreniyor. Ben bu boyuma gelmiş halen Kurtuluş Feriköy’deki berberde tıraş olurken bizim Osman Hilton otelindeki lüx berberde tıraş olur. Hafta sonu kokoz kalmış ise büyük annemi karşısına alır lüzumlu parayı vermesi için paranın faizini hesap eder, parayı çıkarır. Bir iyi tarafı var ise zamanında parayı geri vermesi (EZ BUEN PAĞADOR).
Artık arkadaşları iyi muhitlerden Maçka, Şişli, Nişantaşı, Valikonağı’ndan. Son zamanlarda yeni kurulmuş Şişlideki Sinagog arkasında açılmış Dostluk kulübünün idare heyetine kadar geldi. İki kardeş arasında pek problemlerimiz yok. Her birimiz kendi dünyasında yaşayıp gidiyor. Piyasada babama daha yakın olması sebebiyle araları daha az resmi. Arada bir babamı dükkânın yanı başındaki Panddeli lokantasına davet eder beraber yemek yiyip ya ısmarlar ya da ısmarlatır.
Artık lise son, sınıf bütün gaye üniversiteye girebilmek ve iyi bir meslek sahibi olmak, tabi ki doktor olmak.

Bu sınıf artık on sekiz büyümüş, şahsiyetlerini şekillendirmeye çalışan, Çetin Altan’ı okuyup olan yazılarını münakaşasını eden, Beatles dinleyip, Shadows müziğini ayna karşısında gitarla taklit eden, Rolling Stones la dans eden, asileşmeğe yüz tutmuş yirminci asrın son senelerinde yaşayan genç kuşak. Artık her söylenen, istenilen şey zorluk ve sabırsızlıkla dinlenip tartışması olmadan kabul edilmeyen bir devir. Yani sözüm ona memlekette hak, hukuk aranıyor. Üniversitelerde nümayişler, siyasette istikrarsızlık, etraf bir deprem havası içinde ve biz genç kuşak bunun içindeyiz.
Bu hava içinde olan biz son sınıf öğrencileri, bu senelere kadar kendilerini Allah'tan sonra gelen şahıslar olarak görenlere karşı kazan kaldırıp isyana karar kıldık.

Bu kişiler kim oluyor da bizlere bir günde ayrı mevzularda üç imtihan yapacaklar? Biz hayvan mıyız? Neyi nereye yetiştiriyorlar? Genç çocuk psikolojisi nedir? Nerede düzen? Nerede hak ve hukuk bütün bunları biliyorlar mı? Böyle yüklü arabayı nasıl koşarız? Artık kölelikten kurtulma zamanı geldi çattı.
Şimdiye kadar dış dünya ile alakaları pek az olan öğrenci zümresi bugün Avrupa, Amerika'daki akranlarını gerek filmlerdeki davranışlarını, yaptığı müziklerini işitmekle, giydiği Cins pantolonlarını giymekle onları taklit edip haklarını arıyorlar.

Bugüne kadar bunları görmemezlikten gelen veya görmek istemeyen öğretici zümre için kabullenmek zor, çok zor. Fakat bunu kabullenmeleri lazım ki bunun zamanı geldi. Dünya her ne kadar kendi aynı yörüngesinde dönüyorsa da insan aynı yerde kalmayıp dev adımlarla değişiyor.
İşte biz bütün bunların öncüleri imişiz gibi Musevi Lisesinin tarihine, öğretmen ve idarenin haksızlıklarına karşı isyan bayrağı çektik. İRFAN YOLU OKULUMUZ.
Karar verildi. Sınıf bir tek vücut olup aynı gaye ve düşünce ile karar aldı. Yarın sabaha okula ve sınıfa girmek yok.

Toplantılar, kalemler, sahifeler, silgiler,  masa etrafında münakaşa, kararlar, liderler. En nihayet beyaz duman bacadan çıktı,  dilekçe hazır, daktiloya çekildi. İzak Levi, İzak Anjel, Salamon Benzeray delege olarak Müdür Sonsinonun odasından içeri girip kısa bir zaman içerisinde dilekçeyi verip okulun dışına çıktılar. Artık idare ve öğretmenlerin bu dilekçe karşısında ne biçim tavır alacaklarının bizlere tahminlerinden başka bir şey bırakmaz iken hep beraber Lobueno pastahanesinden toplu olarak Doğruyol’dan çıkan kırmızı yeşil tramvaylara atlayıp soluğu Yeni Melek sinemasında bulduk.
Sinemadan çıkıp İnci Pastahanesinde profiterolleri midemize attıktan sonra gelecek yarına planlar konuşuldu, anlaşıldı ve gelen haberlerle yarın sabaha okula hep birlikte girecek ve idare ile konuşacağımıza karar kılıp evlere dağıldık.

Sabahleyin yine okulun karşısındaki Lobueno pastahanesinde toplanıyor yine planlar yapıyoruz, derken idareden bizi çağırdıklarına dair haber geldi. Artık heyecandan ne yapacağımızı bilmez iken okulun demir kapısından içeri girmeğe başladık, İki taraflı sıra yapıp bizleri alkışlarla karşılayan küçük sınıf öğrencilerinin güler yüzlerini görmek her şeye değerdi. Bizler bu kütleye ve gelecek nesillerin öğrencileri için öğrenci haklarının ilk adımlarını atıp onların öğretmenlerin maryoneteleri olmadıklarını kabul ettirdik. Neticede gayemize ulaşmamız üç günlük okuldan uzaklaştırma cezası ile sahip olduğumuz hak ve kanunu kabul ettirdik. Artık bir günde üç imtihan acayipliği tarihe karıştı.
Bu olaylardan birkaç gün sonra Müdür Muavini Nevzat beyin odasının yan dış duvarında Lombrozo, Anjel ve ben (bizler doktor olacağız) cümlesinin altına imzamızı Rollex kalemi ile çizdik. Kim bilir bir gün kırk sene sonra bu duvara vurulan boya tabakalarını kazıp bu cümleyi ortaya çıkarıp diplomalarımızla birbirimize bakıp, gülüp, o günkü heyecanı yaşasak. (her ne kadar sınıf arkadaşlarından çoğumuz doktor olduysak da Romantik gitarist ve piyanistimiz İzak Anjel hukuku bitirip avukat diplomasını alıp Jenevadaki büyük bir banka müdürü olup milletin paraları ile oynayıp zevk almaya devam ediyor)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder