19 Nisan 2014 Cumartesi

30-İstanbul’da yaz tatili



Bu seneki kararımıza göre artık kimseye zahmet vermeden Büyükadalı olacağız. Büyükada hemen hemen kendi fizik yapısını değiştirtmediği gibi tanımış olduğumuz insanlar yaşlanmış, ihtiyarlamış bükülmüş, adımlarını yavaşlatmış, iskele rıhtım kahvelerinde gidenlerle yer değiştirip yine o yün örmeler, tığ atmalar, yukarıdaki fırından getirilen sıcak sabah börek ve bohçalarını, çay bardaklarını, klasik gözlük çerçevesi takıp arka köşede zar atıp tavla oynayan müsyü Nisim, Pepo, Albert, Haskiya ve onların sırtlarından veya yanına oturmuş müsyü Moiz, Yusef, Aron sessizce parasız izleyen ve karışanlar.

Madam Zelda, Lusi, Raşel, Roza sabah kıyafetlerini giymiş, manav Mehmet, balıkçı Avram, kasap müsyü Moizde siparişlerini verip tığ atan arkadaşlarına gidiyorlar. Adımlar kısa, sohbet harıl harıl, ellerde ekmek poşetleri ve el örgü çantaları, dedim ya değişen pek fazla bir şey yok, değişen Heybeli’nin Büyükada’ya göç etmesi. Ne demiştim biz Yahudiler göç’ü seven bir milletiz. Pazar sokağından geçip Prenkipo Palasın karşısında iki katlı yeni yapı müstakil modern bir evi bir aylığına kiraladık. Neden olmasın, en nihayet bizim müsyü Nisim ve Madam Raşelin oğlu Dr Yusuf böyle bir evi kiralayabilecek ve yaşayabilecek bir kişi oldu. Ne mutlu bana ve bütün aileme.

Ev çok güzel, bizler memnun çocuklar halen küçük bizler genç ve bahtiyar, evimiz yol üstü bütün ailenin arkadaş, tanıdık, tanımadıkların uğrak yeri. Bizler ki Aşkelon gibi sessiz, arkadaş eksikliğinin her şeklini yaşayanlar için böyle bir yer ve hayat her şekli ile cennet. Ancak çok kısa bir zaman içerisinde bu güzel hoş hisleri gölgeleyecek ada problemlerinin en büyüğü kendini gösteriyor. Suuu!.
Sabahleyin yüzümü yıkayıp, tıraş faslını bitirdikten, birde tuvalet işini hallettikten, beyaz şort ve tişörtü üstüme attıktan sonra pazardan Hürriyet gazetesini koltuk altıma attım. Sabah böreğini aldıktan, Mehmet’in kahvesine gidip büyük bardakta hem gazetemi okuyup sıcak çayımı yudumlayacak iken hülyalarım bir anda kayıp oldu. İşte bunu unutmuştuk, seneler geçse bile burası ada idi ve ada kaldı. Bütün güzel hayal ve hülyalar bir anda yıkılmak üzere iken bizler eski ada çocukları için bu olay küçük. “Ne yapalım bakalım, hallederiz”’. Haydi, saka gelsin, evdeki eski bir küpü doldursun, su bidonları gelsin, su geldiğinde şişeler doldurulsun. Duvar dibinde askerler gibi sıralayıp evin dekoruna yeni bir şekil vermeye bakıyoruz. İşi hafife alıp, tatilimizi bozmayıp, iyi morale devam etmeğe bakıyoruz.

Bizler ki Ashkelon gibi modern bir köyden böyle güya medeniyetin birkaç ayını en lüx havası ile yaşayan insanların arasına gelip ayak uydurmağa çalışırken bizim büyük kız az çok bildiği Türkçesi ile bir Yahudi çocukla arkadaş oldu. Neden olmasın neticede kanında %95 İsrail kanı var ise bile %5 Türklük vardır, çeker ne de olsa.

Kızım daha 16 yaşında, İsrail’de doğup büyüyen yeni modern İsrail’in çocuğu. Bizim büyüyüp anımsadığımız yaşam şartlarından tamamen değişik yaşantısı olan bir neslin kızı. Bu nesil İsrail’in bugünkü harp ve terör yaşantısı ile büyüsü. Askerlik onlar için milli vazife ve heyecan, ölüm korkusunu tamamen silen, daima yüksek ses ve bağırarak konuşan, karşısındakini pek umursamayan, hürmet ve saygı kelimelerini ancak sözlükte öğrenip bazen kullanan bazen köşede bırakan bir neslin kızı.

Bütün bunlar biz Türk kökenliler için biraz zor ve ağır geliyor ise de kendi yetiştirmekte olduğumuz çocuklarımıza biraz olsun bildiğimiz örf ve adetlerimizin bir kısmını aşılamak için gayret ediyoruz. Bunun neticesini ileride ya görür veya görmeyiz, bekleyelim bakalım ne olacak.

Bu ay içerisinde tam adalı hayatı yaşıyoruz. Arkadaşların yatları ile deniz gezinti ve eğlenceleri, mangal sefaları ile susuz yazı her şekli ile oynayıp gülerek eğlenerek, küfürü bin para ederek hayat yaparak son güne geldik. Her güzel şey gibi bu ay da bitti. Bu akşam bütün aileyi bir araya getirip veda partisi ile bu seyahati noktaladık.

Ashkelon hayatına intibak etmek pek zor değil. Ne de olsa yer olarak benim iş yerim ve karımın karantinası. Ne yapılır? İnsanın karnını doyurduğu yer memleketidir prensibine dayanarak devam ediyoruz.
Büyük kızım Şeli okul hayatını pek ciddiye almayan bir tip. Bu memlekette senin istediğin değil çocuğunun isteği mühim. Bütün çocuk terbiyesini üstlenen Janti onu bir şekildir idare etmeğe bakıyor.
Geçen gün akşamüstü işten yorgun argın eve döndüğümde Janti yarı ciddi, yarı değil ‘’Yusuf !  Kızın Şeli’yi İstanbul’dan gelin istiyorlar’ ’der ve baklayı ağzında çiğnemeğe devam edip bizim İstanbul’dan hiç tanımadığımız bir Yahudi ailesinden bahis etmeye başladığında işi hemen geçenlerde İstanbul seyahatine bağlamağa başladım. Meğer iş adada şekil aldı ve bu telefona kadar geldi.
Her ne kadar bizlerin Türk Yahudi örf ve adetlerine yakın bir yaşantımız var ise de artık bizler İsrail yaşantı ve örf ve adetlerini benimseyen kimseleriz.

Bu memlekette kız veya oğlan lise tahsilini bitirdikten sonra ilk kademe ekseriyetle ordu hizmetine girip hayat okulunu edinir.Bu çerçeve bu çocukları öyle bir şekilde pişirip şekillendirir ki dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar kendi akranlarından bambaşka görüş edinir, düşünce olarak, hayata karşı daha dirençli, kuvvetli, güçlüklere göğüs veren sert bir ceviz olurlar.
Böyle bir teklif bizler için böyle bir zamanda hem acayip, erken, hem de böyle bir şeyin karşısında nasıl hareket edilmesi gerektiğini bilmez bir durum ortaya koyuyor.
Olan basit, sessiz, büyük şehir yaşantısından uzak olan bizler için bu olay büyük, ağır ve acayip oldu. Bizler kendimizi ve kızımı böyle bir problem karşısında görüyor ve nasıl hareket edeceğimizi bilmiyoruz. İstanbul’dan baskılar “bizler sizlerle konuşup anlaşmak için gelmek istiyoruz” deyip duruyorlar. Öp babanın elini.

Artık İstanbul İsrail telefon hatları 24 saat çalışmağa başladı. Dost akrabaları birer dedektif yapıp bu bilmediğimiz aile için bilgi araştırmaları, soruşturmaları yaptırıyoruz. Şimdiye kadar elle tutulur bir bilgi yok. Sanki bu aile İstanbul’da yaşamıyor gibi, ne yapılır ne edilir, böyle bilgi olmadan nasıl bu insanlara gelin konuşalım diyebilirsin? Nihayet kızımın zoru ile karşıdaki ailenin bizleri kontrpiyede bırakması ile ister istemez buluşmayı kabul edip İstanbul’dan bu olay için gelen çocuğun anne, babası ile Bat Yam’daki bir kahvede buluştuk. Havadan sudan İsrail’den Türkiye’den bahis edildikten sonra nihayet bakla ağızlarından çıktı. Benim Şeli kızımı oğlanları için istiyorlar. Böyle bir teklife nasıl he denir. Kız 16 yaşında, halen lisede, ne orasını bilir ne de lisanını, örfünü, âdetini, suyunu, havasını, insanlarını tanır.

Bu olay nasıl gerçekleşir? Kızım bu çocuğu yakından nasıl tanıyacak? O buraya mı gelir, kızım okulu bırakıp oraya mı gider? Bu genç tecrübesiz oğlanın geleceği nedir? Bir iş bilir mi? Ne iş tutar? Daha bir sene evvelisinde lise sıralarında oturuyordu, askerlik yapar mı? Yapmaz mı? Neden bu anne baba bu kadar acele ile çok sevmiş oldukları genç tecrübesiz oğullarını evlilik gibi ağır, mesuliyetlerle dolu duruma zorluyorlar? Nasıl kendilerini bu mesuliyete zorluyorlar? Aceleleri nedir? Niye? Bütün bu soruların cevaplarını tam olarak alamadan, bizim de yaş ve hayat tecrübesi eksikliğinden olsa gerek bu olayı “Şeli bu anne ve babanın yaşamış oldukları eve gidip onlarla bir sene yaşayıp olayı yakından görüp karar verecek verecekler” olarak bağladık. Bize gelince! Ne bir sevinç, ne bir kolay nefes...

Bütün bu senaryo yerinde mi? Doğru hareket ediyor muyuz? Bizim böyle bir olaya şimdilik ihtiyacımız var mı? Maddi manevi bakımdan buna dayanabilir miyiz? Belki Şeliye karşı daha kuvvetli durup bu olayı şimdilik veya büsbütün erteleyelim? O okulu bitirsin, askerliğini yapsın sonra tekrar oturup konuşalım. Kızım bir sabradır, buranın suyu, havası, denizi, insanları, dili, dini ile doğup yaşadı. Olan akranları arkadaşları, hatıraları ne olacak? Bütün bunları aramayacak mı? İmkân yok ki bütün bunları silebilsin. Türkiye örf ve adetleri onu sıkmayacak mı? İstanbul deniz, ada, boğaz sefaları ile bitmez bu memleket. Dört mevsim çeker yağmuru, çamuru, sisi, karı, soğuğu, sokaktaki insanları. Bizler bütün bunların içinde yaşadık, yoğrulduk biliyoruz.

Nihayet gün gelip kapıyı çaldı. Okulunu, aile ocağını, doğup büyüdüğü, suyunu içip, yeşerip büyüdüğü, iyi kötü gün gördüğü hamsinlerle, harplerle, daima düşman saldırı korkusu ile yaşayıp SHALOM (SULH) kelimesini ağzından eksik etmeyen İsrailli kızım İstanbul’a hareket ediyor. Bu ne biçim iştir? Bizler ki bu memlekete gelip yerleştik çoluk çocuğa karıştık, iyisini, kötüsünü kabullenip yaşayıp gidiyoruz, kendimizi tam bir gururlu İsrailli görüyoruz, galiba bir yerde kendi kendimizi aldatıyor muyuz? Canımın en kıymetli parçası kızımı neden buradan, yanımdan koparıp tanımadığım ellerin evlerine, ellerine teslim ediyor kabulleniyorum? İçimdeki his, sen galiba egoist bir insansın demek istiyor? Neden kızından korkuyorsun dirensene. Hepsi boş, ok yaydan çıktı. Bakalım gelecek bizlere neler gösterecek.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder