Aradan geçen
birkaç ay sonra ihaleyi kazanıp yoktan var ettiğim servisimin şefi oldum. Büyük
heyecan, sevinç ve muvaffakiyetimin semeresi. Benim gibi herkes seviniyor
tebrik ediyor. Kolay olmayan bir şeyi gerçekleştirdim. Balat’tan çıkan küçük
çocuk hayat zorluklarını yenmesini bilip yalnız aile desteği ve kendi bileği
ile kimsenin yandan yardımı olmaksızın İsrail gibi bir memlekette kırk iki
yaşında ulaşabilmesi büyük bir muvaffakiyet ve övgü.
Bu andan
itibaren asıl güç olan devre başlıyor. Servis kurmak ameliyat etmek, hasta
görmek değil, her türlü bilmediğim demokrasi ile uğraşıp sinirlenmek, bağırıp
çağırmak gerekiyor ki bu benim yaratılışıma çok zor. Başlangıç olarak on beş
yataklık servis için ikinci bir mütehassıs doktora ihtiyacım var. Onun
arkasından ihtisas yapacak genç doktor. Peki, bu küçük şehir hastahanesine kim
gelip çalışır? Müracaat eden ilk doktoru cerrahi kabiliyeti olmamasına rağmen
kabul edip serviste çalışmasını sağladım. Artık serviste çok sevdiğim ve
sevildiğim hemşirelerden başka ikinci bir doktor var. Benimle çalışmak isteyen
çok genç rotasyonerler müracaat ediyorlar, bunlardan Hristiyan, İsrail’de doğup
büyüyen Arap vatandaşı asistanlığa başladı. Artık bu savaşta yalnız değilim,
fakat gözlerimi dört açmam lazım zira bütün mesuliyet bende ve bu çok zor bir
durum.
Hayatta her
zaman her şey tam bir ahenk ve düzen içinde gitmez. Beklenmedik bir zamanda
düzen ve ahengi gölgeleyen, durduran olaylar ortaya çıkar. Bu son zamanlarda
annemin sıhhi durumu epey zorlaştı, artık kalbi onu taşıyamaz oldu. Her gün
akciğerlerine dolan su onu ne yaşatıyor ne de rahat iki kelime söyletiyor. Aldığı
bir sürü ilaç fayda vermekten çok uzak. Nerede o anne ki bizleri koynuna alıp ninni
söyleyip uyutan? Nerede o annemin kızıp avazı çıktığı kadar bağırıp sonra
bizleri okşayıp öpen dudakları. Ne oldu herkesin derdini dinleyip hayat tecrübesine
dayanarak yol gösterip nasihat veren madam Raşel? Yüzündeki kırışıklıklar, yüzündeki
hüzün geçen yılların zorlukları neticesi mi? Yoksa iflas eden kalbinin ona
yaptığı kalleşlik mi? Bu cefa ne kadar devam edecek? Her geçen gün mumun ışığının
daha da alçaldığını görmek beni, babamı, bütün ailemi mahvediyor. Artık onu
evde tutmak zor, kendinden daha çok sevdiğin insanın oksijen eksikliğini görüp
hissetmek kadar zor olabilecek şeyi tasavvur edemiyorum. Kardeşim ve babamla
konuştuktan sonra onu servisimdeki bir boş odaya yatırıp oksijen maskesini
takıp biraz olsun nefes almasını sağladığıma inanarak gecemi gündüzümü
hastalarımla onu paylaşmaya başladım. Temennim bu acı, çok acı günlerin
uzamaması ve tanrıdan bana metanet ihsan edip yanlışlıkla hayatını uzatmak için
yanlış kararlar verdirmesin. Bütün doktor arkadaşlarıma ve hemşirelerime tembihim
ve ricam bu oldu. Verdiğim ilaçlarla flulaşmış gözlerini açıp uzaklara bakarken
kurumuş, halsiz yarı soğuk ellerini ellerime alıp okşarken gözlerimden
yaşlarımın süzüldüğü bir anda hafif bir tebessüm ve son bir nefes ve beni doğurup
bunca cefamı çeken, benim bu mevkiye
gelmem için hiç bir feragati esirgemeyen annem artık kendi yoluna ve rahat edebileceği
dünyasına göç edip gitti.
Hayat devam ediyor
dersek yalan olmaz. Ananelere bağlı olan bizler asırlardan beri devam eden yedi
yas gününü annemin Bat Yam’daki evinde kardeşim, İstanbul’dan gelen amcam, her
zaman üzüntüsünü saklayamayıp susan babam ve bizler beraber bu haftayı eski
müşterek hatıralarımızı anlatıp hatırlarken, bütün geçen yılları konuşuyor ve
hatırlıyor, gülüyor, üzülüyor, anlatıyoruz.
Artık herkesin
kendi yerine gitme zamanı geldi çattı. Herkes
bu haftayı belki bir müddet hatırlayacak ve neticede unutacak. Kahpe hayat bunu
icap ettiriyor. Ne dedik? Hayat devam ediyor, onu durdurmak kimsenin elinde
değil ve olamaz. Şimdi önümüzde en büyük problem aile olarak babam… Babam
hayatı boyunca annemin ona verdiği şeylerden başka kendi başına bir bardak su
almasını bilmeyen bir kişi. Her ne kadar gel bizde kal diyorsak da bu adamın
kendine göre Bat Yam’da kardeşleri, arkadaşları ve çevresi var. Aşkelon gibi
bir yerde ne yapabilir. Zaten yediler bittiğinde kendisinden gelen istekle
kendi evinde kalmaya karar verdi. Yapabilecek mi? Nasıl yalnızlığa alışacak? Arkadaşları,
kardeşleri onu koruyacak soracaklar mı? Biz çocukları bu kadar mı egoist olduk?
Yoksa hayatın gidişatı ve gerçekleri bunlar mıdır? Yoksa bütün bu durumu bizler
abartıyor muyuz? Bütün bu algıların cevaplarını zaman bizlere verip gösterecek.
Servisteki
işlerim içimdeki anneme karşı olan hislerimi biraz olsun hafifletiyor. Servis
gün geçtikçe isim yapıp gelişiyor. İstanbul’dan hastalar varıp ameliyat
oluyorlar. İsrail’de büyük hastahane şefleri ismimi duyup servisi tanıyorlar. İhtisas
bakımından sınırlı olmama rağmen namzetler müracaat ettiği gibi mütehassıslar
işe alınmak için müracaatta bulunuyorlar. Bu müracaat edenler arasından Bat Yam
Wolfson hastahanesinden birisini ilk birinci tecrübe senesi için aldım ve bu
durumda servis dört doktor kadrosuna erişti. Artık üstümdeki yük inşallah
hafifler ve kendimi akademik ve mesleğimin dev adımlarla ilerleyen yeni
ufuklarına atarım.
Bütün bu zaman
içinde çok mühim olan bir şeyi unuttum. Bütün bu güzel şeyleri gören ve kıskanan
iyiliğimi istemeyecek insanların olduğunu hesaba koymadım. Zira burası İsrail’in
küçük periferik bir şehri ve herkesin yediği tabağına bakıp soru sorduğu bir
yeri İsmin her yerde konuşulduğu takdirde başın belada, her yüzüne gülen acaba senin
arkadaşın mı? Artık arkama bakmak, her zaman açık olan odamın kapısını kilitlemem
zamanı geldiğini hissetmeye başladım. Ancak ben öyle bir memleketin örf, adet ve
terbiyesi ile büyüyüp kaldım ki Tanrıya en yakın olan doktor kişiye
dokunabilecek, kötü niyetlerle onu incitebilecek kişilerin olabileceğini ne
düşünebiliyor nede kabullenebiliyorum.
Meslek hayatım
gün geçtikçe daha renkli ve mesuliyet dolu olmağa başladığı bu zamanlarda ismim
bizim İstanbul Yahudileri arasında duyulur oldu ve oradan Aşkelona tedavi ve ameliyat
olmaya gelenler sıklaştı. Aşkelon şehri bu zaman içerisinde Rusya’dan İsrail’e
olan büyük büyük göç yüzünden büyük bir gelişme kampanyası içerisinde olup her
taraf insan ve ev yapımları ile dolu. Bu olay şehrin nüfusu, ticareti, insanların
yeni lisan ve örfleri ile şekil alıp güzelleşiyor, gelişiyor. Bunun paralelinde
zaman akışı ile olan Bat Yam ve Ramat Aviv’deki arkadaşlarımla olan
görüşmelerimiz hemen hemen kaybolmaya yüz tutmuş vaziyette. Ne demişler ‘gözden
uzak kalpten ırak’ derler ve bu doğrudur. Herkes kendi hayat mücadelesi ile
meşgul. Artık çocuklar büyüdüğü gibi masraflar da ona güre yük tutmuş
vaziyette. Ne demişler ‘iskele babası olmak zor bir meslek’.
Yaz ayları her
zamanki gibi İsrail’de ya hamsi ya uskumru sıcakları ile kavrulduğu zamanlarda
tek düşünce ne zaman buradan kaçar İstanbul’da adaya gidip arkadaşlara kavuşup
hem beraber olur hem de bu sıcaklardan biraz kaçarız düşüncesi ile biletler
satın alınıp haydi göç. İstanbul’u çok
ama çok sevmeme rağmen artık tahayyül edip rüyamıza giren, ondan her konuşmada
hatırladığımız İstanbul değil artık. Şehrin yoğun nüfusu, insan, lehçe, giyim, davranış
şekilleri biz eski İstanbul çocukları için zor kabullenebileceğimiz bir olay. Buna
rağmen bizler İstanbul’un eski kurtları istediğimiz köşe bucakları bulup
nostaljik hatıralarımızı yaşamasını biliyoruz. İnsanın en iyi arkadaşlıkları
saf, temiz hislerle kalanlar, çocukluk ve gençlik zamanlarının
arkadaşlıklarıdır. Bunun ispatı İstanbul’a ayak basar basmaz bir telefondan
sonra artık dönüşümüze kadar arkadaş sevgisine boğulup dönüşü silmek isteriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder