15 Nisan 2014 Salı

29-Servis şefliği



Aradan geçen birkaç ay sonra ihaleyi kazanıp yoktan var ettiğim servisimin şefi oldum. Büyük heyecan, sevinç ve muvaffakiyetimin semeresi. Benim gibi herkes seviniyor tebrik ediyor. Kolay olmayan bir şeyi gerçekleştirdim. Balat’tan çıkan küçük çocuk hayat zorluklarını yenmesini bilip yalnız aile desteği ve kendi bileği ile kimsenin yandan yardımı olmaksızın İsrail gibi bir memlekette kırk iki yaşında ulaşabilmesi büyük bir muvaffakiyet ve övgü.

Bu andan itibaren asıl güç olan devre başlıyor. Servis kurmak ameliyat etmek, hasta görmek değil, her türlü bilmediğim demokrasi ile uğraşıp sinirlenmek, bağırıp çağırmak gerekiyor ki bu benim yaratılışıma çok zor. Başlangıç olarak on beş yataklık servis için ikinci bir mütehassıs doktora ihtiyacım var. Onun arkasından ihtisas yapacak genç doktor. Peki, bu küçük şehir hastahanesine kim gelip çalışır? Müracaat eden ilk doktoru cerrahi kabiliyeti olmamasına rağmen kabul edip serviste çalışmasını sağladım. Artık serviste çok sevdiğim ve sevildiğim hemşirelerden başka ikinci bir doktor var. Benimle çalışmak isteyen çok genç rotasyonerler müracaat ediyorlar, bunlardan Hristiyan, İsrail’de doğup büyüyen Arap vatandaşı asistanlığa başladı. Artık bu savaşta yalnız değilim, fakat gözlerimi dört açmam lazım zira bütün mesuliyet bende ve bu çok zor bir durum.

Hayatta her zaman her şey tam bir ahenk ve düzen içinde gitmez. Beklenmedik bir zamanda düzen ve ahengi gölgeleyen, durduran olaylar ortaya çıkar. Bu son zamanlarda annemin sıhhi durumu epey zorlaştı, artık kalbi onu taşıyamaz oldu. Her gün akciğerlerine dolan su onu ne yaşatıyor ne de rahat iki kelime söyletiyor. Aldığı bir sürü ilaç fayda vermekten çok uzak. Nerede o anne ki bizleri koynuna alıp ninni söyleyip uyutan? Nerede o annemin kızıp avazı çıktığı kadar bağırıp sonra bizleri okşayıp öpen dudakları. Ne oldu herkesin derdini dinleyip hayat tecrübesine dayanarak yol gösterip nasihat veren madam Raşel? Yüzündeki kırışıklıklar, yüzündeki hüzün geçen yılların zorlukları neticesi mi? Yoksa iflas eden kalbinin ona yaptığı kalleşlik mi? Bu cefa ne kadar devam edecek? Her geçen gün mumun ışığının daha da alçaldığını görmek beni, babamı, bütün ailemi mahvediyor. Artık onu evde tutmak zor, kendinden daha çok sevdiğin insanın oksijen eksikliğini görüp hissetmek kadar zor olabilecek şeyi tasavvur edemiyorum. Kardeşim ve babamla konuştuktan sonra onu servisimdeki bir boş odaya yatırıp oksijen maskesini takıp biraz olsun nefes almasını sağladığıma inanarak gecemi gündüzümü hastalarımla onu paylaşmaya başladım. Temennim bu acı, çok acı günlerin uzamaması ve tanrıdan bana metanet ihsan edip yanlışlıkla hayatını uzatmak için yanlış kararlar verdirmesin. Bütün doktor arkadaşlarıma ve hemşirelerime tembihim ve ricam bu oldu. Verdiğim ilaçlarla flulaşmış gözlerini açıp uzaklara bakarken kurumuş, halsiz yarı soğuk ellerini ellerime alıp okşarken gözlerimden yaşlarımın süzüldüğü bir anda hafif bir tebessüm ve son bir nefes ve beni doğurup bunca cefamı çeken,  benim bu mevkiye gelmem için hiç bir feragati esirgemeyen annem artık kendi yoluna ve rahat edebileceği dünyasına göç edip gitti.

Hayat devam ediyor dersek yalan olmaz. Ananelere bağlı olan bizler asırlardan beri devam eden yedi yas gününü annemin Bat Yam’daki evinde kardeşim, İstanbul’dan gelen amcam, her zaman üzüntüsünü saklayamayıp susan babam ve bizler beraber bu haftayı eski müşterek hatıralarımızı anlatıp hatırlarken, bütün geçen yılları konuşuyor ve hatırlıyor, gülüyor, üzülüyor, anlatıyoruz.

Artık herkesin kendi yerine gitme zamanı geldi çattı.  Herkes bu haftayı belki bir müddet hatırlayacak ve neticede unutacak. Kahpe hayat bunu icap ettiriyor. Ne dedik? Hayat devam ediyor, onu durdurmak kimsenin elinde değil ve olamaz. Şimdi önümüzde en büyük problem aile olarak babam… Babam hayatı boyunca annemin ona verdiği şeylerden başka kendi başına bir bardak su almasını bilmeyen bir kişi. Her ne kadar gel bizde kal diyorsak da bu adamın kendine göre Bat Yam’da kardeşleri, arkadaşları ve çevresi var. Aşkelon gibi bir yerde ne yapabilir. Zaten yediler bittiğinde kendisinden gelen istekle kendi evinde kalmaya karar verdi. Yapabilecek mi? Nasıl yalnızlığa alışacak? Arkadaşları, kardeşleri onu koruyacak soracaklar mı? Biz çocukları bu kadar mı egoist olduk? Yoksa hayatın gidişatı ve gerçekleri bunlar mıdır? Yoksa bütün bu durumu bizler abartıyor muyuz? Bütün bu algıların cevaplarını zaman bizlere verip gösterecek.

Servisteki işlerim içimdeki anneme karşı olan hislerimi biraz olsun hafifletiyor. Servis gün geçtikçe isim yapıp gelişiyor. İstanbul’dan hastalar varıp ameliyat oluyorlar. İsrail’de büyük hastahane şefleri ismimi duyup servisi tanıyorlar. İhtisas bakımından sınırlı olmama rağmen namzetler müracaat ettiği gibi mütehassıslar işe alınmak için müracaatta bulunuyorlar. Bu müracaat edenler arasından Bat Yam Wolfson hastahanesinden birisini ilk birinci tecrübe senesi için aldım ve bu durumda servis dört doktor kadrosuna erişti. Artık üstümdeki yük inşallah hafifler ve kendimi akademik ve mesleğimin dev adımlarla ilerleyen yeni ufuklarına atarım.

Bütün bu zaman içinde çok mühim olan bir şeyi unuttum. Bütün bu güzel şeyleri gören ve kıskanan iyiliğimi istemeyecek insanların olduğunu hesaba koymadım. Zira burası İsrail’in küçük periferik bir şehri ve herkesin yediği tabağına bakıp soru sorduğu bir yeri İsmin her yerde konuşulduğu takdirde başın belada, her yüzüne gülen acaba senin arkadaşın mı? Artık arkama bakmak, her zaman açık olan odamın kapısını kilitlemem zamanı geldiğini hissetmeye başladım. Ancak ben öyle bir memleketin örf, adet ve terbiyesi ile büyüyüp kaldım ki Tanrıya en yakın olan doktor kişiye dokunabilecek, kötü niyetlerle onu incitebilecek kişilerin olabileceğini ne düşünebiliyor nede kabullenebiliyorum.

Meslek hayatım gün geçtikçe daha renkli ve mesuliyet dolu olmağa başladığı bu zamanlarda ismim bizim İstanbul Yahudileri arasında duyulur oldu ve oradan Aşkelona tedavi ve ameliyat olmaya gelenler sıklaştı. Aşkelon şehri bu zaman içerisinde Rusya’dan İsrail’e olan büyük büyük göç yüzünden büyük bir gelişme kampanyası içerisinde olup her taraf insan ve ev yapımları ile dolu. Bu olay şehrin nüfusu, ticareti, insanların yeni lisan ve örfleri ile şekil alıp güzelleşiyor, gelişiyor. Bunun paralelinde zaman akışı ile olan Bat Yam ve Ramat Aviv’deki arkadaşlarımla olan görüşmelerimiz hemen hemen kaybolmaya yüz tutmuş vaziyette. Ne demişler ‘gözden uzak kalpten ırak’ derler ve bu doğrudur. Herkes kendi hayat mücadelesi ile meşgul. Artık çocuklar büyüdüğü gibi masraflar da ona güre yük tutmuş vaziyette. Ne demişler ‘iskele babası olmak zor bir meslek’.

Yaz ayları her zamanki gibi İsrail’de ya hamsi ya uskumru sıcakları ile kavrulduğu zamanlarda tek düşünce ne zaman buradan kaçar İstanbul’da adaya gidip arkadaşlara kavuşup hem beraber olur hem de bu sıcaklardan biraz kaçarız düşüncesi ile biletler satın alınıp haydi göç.  İstanbul’u çok ama çok sevmeme rağmen artık tahayyül edip rüyamıza giren, ondan her konuşmada hatırladığımız İstanbul değil artık. Şehrin yoğun nüfusu, insan, lehçe, giyim, davranış şekilleri biz eski İstanbul çocukları için zor kabullenebileceğimiz bir olay. Buna rağmen bizler İstanbul’un eski kurtları istediğimiz köşe bucakları bulup nostaljik hatıralarımızı yaşamasını biliyoruz. İnsanın en iyi arkadaşlıkları saf, temiz hislerle kalanlar, çocukluk ve gençlik zamanlarının arkadaşlıklarıdır. Bunun ispatı İstanbul’a ayak basar basmaz bir telefondan sonra artık dönüşümüze kadar arkadaş sevgisine boğulup dönüşü silmek isteriz.


















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder