27 Ocak 2014 Pazartesi

3- İlkokul başlıyor

Artık mevsim sonbahar yağmurlar, soğuklar, gri bulutlarla kaplı gökler. Parlak kumaştan evde dikilmiş siyah önlükler, beyaz yuvarlak kenarı örülmüş kola vurulmuş sert yakalar, pencerenin önündeki minderin üstüne yerleşmiş kahve renkli yuvarlak kenarlı kutu çantam, omuz kayışları sarkar vaziyette yarın sabahı bekliyor. Bu ilkokula gitme günümün ancak bu kadarını hatırlıyorum. Annem bana refakat etti mi? Bilmem. Çocuk büyüdü kendini idare eder. Allah onu korur. Kardeşim henüz dört yaşında, annemin eteğinden çıkma zamanı gelmiştir çocuk yuvaya yerleştirilir tabiidir ki oda benim gibi Madam Elizaya elinde siyah tahta beyaz tebeşir ile ağlaya sızlaya gider, alışır.

Mevsim kış, kendimi kalın palto boynumda, yün hırka, ayağımda bot ayakkabılar, başımda siyah siperli okul şapkam, ağzımdan burnumdan sıcak nefesimin buharları yanaklarımda nem bıraka bıraka Balat dışındaki iskele yolundayım. Sırtımdaki çantam benim için ağır, elimdeki kaş sepet kısa pantolonumdan çıplak kalmış bacağımı çizdikçe yerde oturmuş yumuşak karın üstünde yürüyor, ya vapur iskelesine veya sandal iskelesine ilerliyorum. Karşısı beyazlaşmış tepelerin üstü, siyah kümelenmiş evlerle Hasköy. Ne güzel zamanlar ne hoş, tatlı anılar korkmuyor, üzülmüyor, düşe kalka, yürüyor, koşuyor oynayarak okula gidiyorum.

İskele büyük, küçük insanlarla dolmuş köprüden çıkıp Fener iskelesine uğradıktan sonra bize yanaşıp doğru Hasköy. Gişe açılmış. Sırada sıkıştım, güçlükle palto cebinden pasoyu çıkardım mukavvadan mavi bileti almaya muvaffak oldum. Ne meret şey her gün aynı hikâye... Vapur iskeleye yüklenir, halatlar atılır, bağlanır iskeleler verilir, kapılar açılır sırtımdaki çantamı elimdeki sepeti kalabalığın arasında kurtara kurtara ya iç salona varır veya dıştaki verandada o aradaki soğuk rüzgârı hissederek Hasköy’e varıyoruz. İskele şekil itibarı ile bütün haliçteki iskelelerden biri. Halatçısı, biletçisi, şekli şemalı kopya, iskele verilir inecekler arasında ben dâhil büyük bir öğrenci kısmı sırtlarında ağır çanta ellerinde alüminyum çift katlı sefertası veya benim gibi kaş sepet.
Bu gün şanslı günlerden bir vapurla gelmiştim. İskelenin sol tarafından tahta yarı yıkık dar iskeleden, ağır geniş sandallardan, bizim gibi yüzleri donmuş çocuklar iskele caddesine doğru yürüyorlar. Cadde siyah gri arnavut taşından eğri büğrü döşenmiş iki tarafı kirli kar kümeleri,  iki taraflı sıralanmış mağazaların saçaklarından sıra sıra saydam sivri, sivri sarkıtlar, sarkıtlar. Okulun yolu bir yokuşla başlar çocuklar çantaları ile arkadan bakıldığında yük çeken küçük hamalları andırıyor. Ancak onlar bunu görmezler bağırarak, çağırarak, gülerek birbirine takılıp kartopu sallayarak yolu tutar okula varıyorlar.

Okulun annemin anlattığı şekli ile asıl adı ALIANS idi. Bu mektepte annem bütün ailesinden yalnız kendisi okumuş, hatırladığım kadarı ile hangi sınıfa kadar okumuştu? Bildiğim bir şey varsa oda Fransızcayı iyi okuyup yazması ile hayat boyu Confıdance , Le mond okuması idi, velhasıl o zaman için okumuş bir insan sayılır idi.

Yağmurlar, karlar, kartopu, kızaklar, çember, tahta tekerlekli el yapımı arabalar. Kuru havada renkli kil bilye, duvar dibinde eğilmiş çukur oynayan çocuklar, bağırmalar, çağırmalar, öte köşede kuka, saklambaç, ebe, seksek, hayat dolu, hoş bir zaman.

Zaman halen kıştır evler soğuk, odunluk, kömürlük yazdan ihtiyaca göre doldurulmuş. Ekseri zaman anneler çocuklarını odunluğa yollar iki kol arası dizdikleri odunları sobaların yanlarına dizip kurutmak için yığarlar. Isınma ya odun, ya kok kömürü ya da linyit, ağır döküm, çini odun soba veya saç yapılı sobalarında yakılarak temin ediliyor.

Sobaların yakılması için, kış, soğuk, beklenir. Birkaç gün soğuğu hissettikten sonra borular yaldız boya ile boyanır, pazardan tenekeci Yakovdan yeni parlak bilezikler satın alınır ve yenilenir, artık kış gelmiştir denilebilir. Kışın sonbaharın son aylarının sonunda başlar, ta ki deli Mart kazma, kürek yaktırıncaya kadar.

Bu sene kış epey soğuk, annem her zamanki alışık olduğu şekli ile sabahın erken saatinde sobaya eğilmiş çıra çubuklarını dizip, tahta parçalarını kule yapıp diktikten sonra yaktığı ateşi kuvvetlendirmek için habire ağzı ile üfler durur. Odanın içini bir duman kokusu sarmıştır, soba ısındıkça yeni yaldız boyası ile boyanmış borulardan boya kokusu karışır hep birlikte öksürükler aksırıklar, pencereler açılır soğuk içeriye girer her kafadan bir ses bir hengâme bir curcuna.  Artık her şey dinmiştir, kışı ele aldık.

Oda sıcak. Babam Vatan gazetesi elinde kalın camlı yuvarlak çerçeveli gözlüğü, altında minderi oturmuş okur, annem renkli çiçekli uzun kalın, düğmeli penuğar elbisesi mutfaktan girip çıkar, kardeşim kurşun askerleri ile harbe hazırlanır, bende buhar tutmuş pencerede iki kere iki dördü yazmakla meşgulüm.

Artık zaman ilerlemiş yarın iş, okul günü babam sobaya eğilmiş, küreği içine sürüp içindeki yanmış odunların korlarını soba yanındaki mangala aktarıp üstlerini külle örter, sabaha ısınmak mümkün olsun. Küçük radyo kapatıldı.  Confidace yerine konmuş, herkes kendi odasına çekilmek için hazırlanır. Babam yatmıştır, annem beraber yattığım kardeşimle beni yün yorganla örttükten sonra üstüne babamın siyah kalın paltosunu atar sıcak dudaklarını soğumakta olan yanaklarımıza hissettirip odasının yolunu tutar. İYİ GECELER.

Sabah soğuk, çok soğuk, annem odanın soğuk havasını ısıtmak için mangaldaki külleri aralar. Babam çoktan işe gitmiştir. Çabuk çabuk giyinmemiz lazım. Evde örülmüş kalın yünlü kazaklar, golf pantolonlar, sobanın yanında kurutulmuş ayakkabılar giyilir, haydi sırtta çantalar elde sepetler sokağa. Yerler hafif buz tutmuş cam gibi adım attıkça kıtır kıtır kırılır. Ses çıkardıkça yanaklar kızarıyor, kâh düşer kâh kalkar yalpalar. Tekrar vapur iskelesinin kara çamurlu yolunda hafif öne eğik gitmekte olan insanlara karışır devam eder bu iki çocuk.

Yine böyle yağmur bardaktan boşalan bir akşamüstü, annem tutturmuş ile de gideceğiz der durur. Bu çocuk Yahudi değil mi?  Dinden uzak mı kalacak? Der.  Elimden aldığı gibi o soğukta, yağmurda üşenmeden Balat dışındaki sinagogun çamurlu yolunu tutturur. Sıkı ise diren,  yok de, senin ne hakkın var bunda, karar onun, o kadar.

Yol yarı aydınlanmış yaya kaldırımı olmayan düzensiz paket taşından kasap LEON solda kapalı, sağda leblebici Mehmet, şişeci hurdacı Ahmet’in dükkânları önünden geçtikten sonra yarı açık aralanmış yeşil renkte boyanmış Sinagogun kapısından içeri girdikten sonra kendimizi yağan yağmurdan ıslanmış beyaz mermer taşlardan yapılmış avluyu geçtikten sonra önümüzdeki tahta yapılı odaya girdiğimizde üstümüz sucuğa dönmüştü. Paltolar çıkarıldıktan sonra siyah kahve renkli eski büronun arkasında kolları tahta sandalyede oturan adamla annem arasında kısa bir sesli konuşmadan sonra masa üstündeki kırmızı kaplı sonradan öğrendiğim tefilla kitabını bana uzatıp ilk sahifelerden birinden okumamı istedi. Her ne kadar İsrael’den gelmişsem sadece zoraki bir buçuk sene okulla bu çocuk İbranice okuması ne olur? Nihayet karar kılınmıştır. Bizim Yasef hayırlısı ile Mahazike Toraya yazıldı, gidecek. Her yaşıtı gibi Yahudiliği öğrenecek. Okul dersleri, okuldan gidiş geliş yetmiyormuş gibi hatada üç gün akşam üstleri yazda kışta sıcakta, soğukta tozda, yağmurda, karda Bu cefayı 4 sene takip etti. Karar karardı annem direndi muvaffak oldu. Seneler ardında bu gün her Sinagoga gidişim, her bayramda seyranda evde söylenen Ağada, Hanuka dualarını okuduğumda daima annemi görür ona bütün bunlar için teşekkür etmeyi unuttuğumu hatırlarım.

Hasköy Okulu Yahudi Okulu olduğundan Cuma günü öğlene kadar tedrisat görürdü. Okul dönüşü tatil Pazartesi gününe kadardı, Ancak bu zaman oyun oynamak için annem tarafından kısaltılırdı, şöyle ki okuldan gelir gelmez bakkala git şunu getir, fırına git bıskoços tepsisini götür, anneannene git bunu al getir velhasıl bilye çukurunu, kukayı, mantar tabancasını unut bunlarla zamanını doldur.

Artık zaman geçtir. Cumartesi hazırlığı devamı için yıkanma faslı, soba odayı tam ısıtmıştır, geniş saç payla sobanın önüne konmuş ısıtılmış, su dolu kova paylanın yanında ben diz çökmüş, kurbanlık kuzu gibi gelecek su maşrapasını bekliyorum. Su bazen o kadar sıcak olur ki kafa tepesini deler. Sıkı ise bağır, çağır. Kadın artık yorgundur, bunlara vakti kalmamıştır. Bir an evvel bu faslı bitirmek için gayret sarf eder durur. Kafa tepemde sert Hacı Şakir özel kokulu sabun kalıbını hissederken göz kapakları bir anlık refleksle kapanır ve yıkama cefası bitinceye kadar bir daha açılmaz. Sıkı ise aç. Gözüne sabun kaçarsa uzun müddet yanar ağlar sızlarsın ve habire yüzüne su maşrapasını hissedersin. Artık iki yumurcak yıkanmış pijamalarını giymiş kendileri oyuncakları ile meşgul iken annemde yıkanıp tarandıktan sunar beyaz ince tokasını ensesine bağlar, sonra babamın gelmesini beklemek için köşede mindere oturmuş radyodaki şarkı ile mırıldanır elindeki kitabı okur durur.

Dışarısı karanlıktır. Tahta merdivenlerden çıkma sesleri babamın geldiğini müjdeler. Merdivenin sonu ince kontrplaktan yapılmış kapının açılması ile babam kalın siyah kumaştan yapılmış uzun paltosu ile doğrudan sobanın karşısında durur, ısınır ve çıkarır. Babam bütün bu zor hayatına rağmen yüzü artık üzgün,  asık, düşünceli değildir. Artık yarına kalkmak için sebep vardır. Yarın iş günü. Annem çiçekli uzun kalın kumaştan önden düğmeli pinuğar elbisesi ile Cuma akşamı (noçe şabat) sofrasını düzeltmek için etrafta dolanıp durur. Ve nihayet ŞABAT ŞALOM…

Cumartesi sabah, her taraf soğuk, sabahın babam çoktan işe gitti. Annem alışıla gelmiş her Cumartesi sabahının erken saatinde usulca sıcak yatağımdan uyandırır. Yüzümü sopsoğuk su ile yıkadıktan sonra çabuk çabuk Şabat elbiselerimi giydirip elime tallegayı sıkıştırıp yallah sokağa sinagog yoluna. Bu saatlerde yol tenhadır. Pek adam geçmez, olanlarda benim gibi koltuk altına tallegayı sıkıştırmış yarı bükük hafif kambur yapmış Sinagogun yolunda olan insanlar. Dükkânlar henüz kepenk açmamıştır.

Sinagogun yeşil ağır demir kapısının bir tarafı açıktır. Küçük camlı giriş kapısından geçip Sinagogun içindeyim. Elimdeki tallegayı açıp beyaz ipekten yapılmış talleti usulca Mahazike Torada öğrendiğim duayı sessizce söyledikten sonra boynuma dolayıp omuzlardan aşağı ön tarafa usulca yerleştirdikten sonra yan taraflardaki tahta sıralardan birinde oturdum. Sinagogun havası henüz soğuk, soba yanmaz bugün, hazan duasını çabuk bir tempo ile Şabat duasına zamanında başlayabilmek için acelededir. Şabat sabahı Sinagogun bütün kristal lambaları kapıcı Mehmet tarafından açılmıştır. Zaman geçtikçe Sinagogun dolması ile ve lambaların ışıklarının ısısı ile artık Sinagogun içi ısınmıştır. Böyle günlerde havada özel bir palto kostüm kokusu vardır. Kalın ağır paltolar kapı yanındaki portmantoya asılmıştır.  Ekseri erkekler koyu renk kostüm elbise ve kravatlar, talletleri beyaz ipekten alt tarafı da mavi lacivert çizgili iki omuz arasında gerilmiş veya benim gibi boyundan aşağıdır. Ekseri erkekler republik koyu renkli şapkalar giymiştir. Kasketliler pek azdır.

Sinagogun ön sıralarında ekseri kalın enseli önemli zengin, iyi geçinen, idare heyet üyeleri otururlar. Bu yerler ekseri onlarındır kimse oturmaz. Bu bir ananedir böyle gelmiş böyle gider. Kim bilir belki bir gün ben de büyür bu sırada otururum. Biz çocuklar ya beyaz, ya siyah takkalar, ya da siyah siperli düz yuvarlak veya sarı fitilli sarı pirinç ay yıldız kokartlı okul şapkalarıyla paltolu veya ceketli sesiz sedasız oturup kırmızı kaplı tefilla kitaplarına bakar, bazen okuyabilir bazen sırayı kaçırdığımızda tavana bakarız.

Dua sırasında ekseri sessizlik vardır. Hazan Asayas sesini ve maharetli dalgalı sesini dinletmeye gayret içindedir. Arada azarada oturan geveze kadınlar kendilerinden geçip sesleri aşağıya kadar gelmeye başladığı anda ön sıralarda oturan kalın enselerden fıs, tıs veya hafif tahtaya vurularak uyarılır ve sesler kesilir ta öbür sefere kadar. Hazan hafif bir öksürükten sonra duaya devam eder ve böylece birinci kısım biter. Sammas Palti hafif hafif sekliyerek topallayan ayağı ile tevanın önünde yüzünü halka verip İspanyolca SYEN DAN POR PETIHAT ŞEARİM der ve bütün ondan sonra gelenleri bu şekilde artırma ile satar. Satın alanların ekserisi ön sıradaki zengin efendiler. Birbirleri ile yarış eder ve eninde sonunda onlarda kalır. Her satılıştan sonra Palti hazanın kulağına isim fısıldar ve hazan o ismi takdis eder. Sinagogun halkı ekserisi basit, orta halli,  zayıf tabakadır. Bunlara pek yaklaşmazlar onlara özel hürmetleri vardır.

Tefillanın sonu her hafta aynı zamanda söylenen EN KOMA MUSTRO REY-EN KOMO MUESTRO SİNYOR duası ile sona ermiştir. Herkes talletlerini tallegaların içine koyup koltuklarının altına alır, küçükler el öpüp takdis olurlar. Büyükler tokalaşıp takdisleşirler haydi bakalım ŞABAT ŞALOM. Çoğu Balat içinde yaşarlar. Bazen gruplar o tek çamurlu, taşlı yoldan ev yolunu alırlar dağılırlar.
Eve vardığımda büyük annem varsa ilkin uzattığı yumuşak elini öper –İJO DEBUENA VENTURA KETE VEYA – der. Ardından annemi ve sonra sıcak dudaklarını yanağımda hisseder yanan sobanın karşısına kahvaltı hazır oluncaya kadar ısınmaya bakarım.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder