Hayatın büyük
bir kısım cilvelerini Balatta görmeğe devam ediyorum. Karlı yağmurlu geçen bu
kış annemi pek sarstı. Gün olmadı ki elleri ayakları şişip ağrılarından ne ev
işini yapabildi, nede doğru dürüst kımıldaya bildi. Yani halk dili ile yatalak
kadar oldu. Kış biter, baharın sonlarına doğru verilen ilaç ve iksirler fayda
etmeyince çareyi çok methini duydukları ARI BATMASI tedavisine karar kılındı.
Bu tedaviyi Balatta
yapmak mümkün olmadığına göre Florya denen semtin bir köyünde yapılmasına karar
kılındı. Babamın işleri köylülerle olduğu için bu köydeki muhtar arkadaşı ile
bir küçük köy evi kiralayıp bu haberi anneme anlatı. Annem olan devam eden
ağrılarını dindirecek her çareye razı. Bu karar aileye aktarıldığında annemin kız
kardeşi teyzem Roza, Mehmet amcamın karısı hemen atılıp ben ablamı yalnız bırakmam.’’
Mösyö Nisim sen senin muhtar arkadaşına söyle benim için bir ev bulsun’’ der. O
da bizim bu işe katılır. Bu ailenin sevgi birliğini, bağlılığını hissetmek, görmek,
yaşamak her çocuğa nasip olur mu? Hayat okulu dediğin budur. Bu gibi olayları
okul kitabında okumak mümkün olaydı insanlar birbirlerine düşman kelimesini
kullanmazlardı.
Konuşmalar
arasında duyduğum kadarı ile Florya denize yakın deniz banyoları ile tanınan
bizim Balattan epey uzak bir yer. Atatürk bile bu plajlardan hoşlanmış ve
oradan denize girermiş. Bir bakarsın annem çabuk iyileşir, bize de denize
girmek nasip olur. Bahar bitti yazın ilk günleri okuldan karneleri aldık, tatildeyiz
derken, annem güçlükle valizlerin içine çamaşır ve elbiseleri yerleştirdikten
sonra babamın getirttiği taksi geldi. Şoför babama yardım edip valizleri bagaja
yerleştirdikten sonra taksi Sirkeci Garının yolunu tutu.
Yol boyunca
pek fazla konuşmadan geçti. Annemin yüzündeki acı tebessümü çok acı çektiğini hissettiriyor,
biz de çocuk olarak idrak edip yaramazlığımızı sonraya bırakıyoruz. Taksi
Sirkeci tren garına geldiğinde karşımızda büyük, duvarları kararmış büyük bir bina
var. Dışında ve içinde sanki arı kovanı gibi insan girip çıkıyor. Şoför amca
valizleri bagajdan çıkardıktan sonra babam orada el arabası olan hamal adama
valizleri yüklemesini ve bizi takıp etmesini söyler. Babam önde biz arkada bu
büyük garın içine girip kalabalığa karışıyoruz. Kaybolmamak için annemin şiş
ellerini tutmaktan başka çare yok, çünkü babamın öndeki uzun gişe sırasına
girip tren biletlerini alması lazım. Annem, Hamal ve biz babamın gelmesini
beklerken annemin acı yüzünü gördükçe içimden, bu kadar fedakâr, bu kadar iyi, bu
kadar herkese iyilik yapmasını seven bir anneye bütün bu acı, bu cefa olur mu?
Neden? Sorusunu kendime sormağa başladım fakat halen o gün bu gündür cevabını
alamadım.
İleriden insan
kalabalığı içinde biletler elinde gelen babamı gördüğümüzde trene doğru yürümeye
başladık. Etraftaki bu insan seli içerisinde simitçisi, tarakçısı, ellerindeki
mallarını boşaltmış el arabalı hamallar… Nihayet devamlı istim çıkarıp homurdanan
trende oturulacak yer bulunan vagon bulunup, valizler yerleştirildikten sonra
yerlerimize anne ve babamın karşısındaki muşamba koltuğa oturup trenin
kalkmasını beklemeğe başladık. Hava ısındıkça bir parça rüzgâr için herkes
ellerine ya bir yelpaze ya da günlük gazeteyi katlayıp sallamakla meşguller.
Uzun gar koridorunun
başından uzun keskin bir düdük sesi gelirken trenin yanında duran kasketli üniformalı
memur elindeki yuvarlak yeşil renkli levhayı kaldırıp uzun uzun ağzındaki
düdüğü çaldırınca arkası uzun tren kımıldamağa başladı. Milletin bir oh çekmeğe
başladığı hissedilir.
Açık
pencerelerden hava ile karışık rüzgâr girdikçe içerdeki ağır, keskin ter ve
diğer kokular dağılır ve yol görünür olur. SAMATYA, YEDİKULE, BAKIRKÖY, YEŞİLKÖY
derken en nihayet FLORYA tabelasına geldiğimizde her istasyondan daha fazla
insanların burada indiklerini görüyoruz.
Neden olmasın
herkesin elinde yemek fileleri, plaj çantaları, hasır şapkalar, sevimli yüzler plaja,
denize, günü geçirmeğe gelmişler. Trenden inip istasyonda beklerken uzun tren
tekrar uzun bir beyaz duman savurup düdüğünü hissettirdikten sonra ağır ağır
son durağına hareket etmeğe başladığında babam karşıda duran arabacıya işaret
edip bizi ve valizlerimizi alması için işaret etti. Arabacı üstündeki giysilerine
göre yerin köylüsü olduğu belli idi. Uzun siyah potur, üstünde çiçekli gömleği
ve kahve renkli yeleği pos bıyığı ve güler yüzü ile valizleri araba denilen ‘’talikaya’’
yerleştirip annem ve babamı arkadan binilen tek atlı arabaya yerleştirdikten
sonra küçük kapıyı kapatıp bizleri ön taraftaki kendi yerinin yanına oturduktan
sonra ver elini GALATARYA köyü.
Yol aldıkça
bizim zevkimize diyecek yok, yolun iki tarafı yemyeşil tarlalar, bağlar, papatya,
gelincikler, hava açık, gök mavi, bir parça bulut yok. Başka dünyaya gelmişiz.
Arada bir öndeki atın kuyruk sallaması kılları çıplak cılız bacaklarımızı kırbaçlarken
bizde sevinç sesleri çıkarıp zevkten uçuyoruz.
Nihayet toprak
yola girdiğimizde araba hafif seklemeye başlaması ve havada hafif gübre
kokularının gelmesi, yolun iki tarafımdan gidip gelen şalvarlı renkli başörtülü
güler yüzlü köy kadınlarının ve kasketli erkeklerin ellerinde tırmık veya orakları
ile hoş geldiniz el sallamaları ile köye girdiğimizi hissediyoruz. Ne yazık yol
bitti bizim de bu zevkimiz bitti.
Araba tek
katlı önü üzüm yapraklı çardağı olan kâgir bir evin önünde durdu. Bizi karşılıya
renkli şalvarlı teyze “Hoş geldiniz, Sefalar getirdiniz. Burada her şeyiniz
geçecek hanımcığım” deyip bizleri evin içine alıp, anneme yardımcı olmak için
etrafında fır döndü. Ben ve kardeşim dışarı çıkıp etraftaki dolu dolu büyük
memeli inekleri, kısa boynuzlu siyah öküzleri, harmandan gelen saman saz dolu
köy arabalarını seyretmekle, kuzuları okşamakla, köy çeşmesine renkli çiçekli
tokalarla testilerini kovalarını doldurup el sallayan genç kızları seyrederken
etrafa karanlık inmeğe başladığını fark etmemişiz. Annemin hafif çağırışı
bizleri uyarırken meğer gün bitmiş, Ne yazık. Her güzel şey bu kadar çabuk bitermiş.
Ertesi sabah
annemin kız kardeşi dediğini unutmamış, iki küçük çocuğu ile köye gelip tahta
yapılı karşımızdaki bir eve yerleşti. Artık köylüler, bizler ve teyzem bir
bütün büyük bir aile olduk.
Sabah olup
kalktığımızda babam ve dayım Mehmet çoktan işlerine gitmişlerdi. Bizim için gün
şimdi başlıyordu Sabah kahvaltısını köy yumurtası, tereyağı reçeli, zeytini,
peyniri çayı, sütü ile çardağın altında yapıp bitirdikten sonra karşı yoldan
iki tombul, güler yüzlü köylü kadının ellerinde beyaz bir çıkınla yaklaşıp ‘’Sabahlar
Hayır olsun’’ deyip bağdaş kurup annemi karşılarına alıp tedavi hakkında
anlatmağa başladılar. Ben de her zamanki gibi böyle şeyleri kaçırmamak için
kadınların arasına diz çöküp pür dikkatle söylenenleri okul öğrencisinin sevmiş
olduğu dersi dinler kadar dinliyor ve zihnimden bir daha silinmeyecek şekilde
kazıyor, yerleştiriyorum.
Ertesi sabah
bu iki köy kadını yine aynı çıkınla eve gelip annemi karşılarına aldılar. Çıkını
açıp içinde dolu uçuşan bal arılarından tek tek hünerli elleri ile kanatlarından
yakalayıp annemin ellerinin üstüne dokundurup batırtıyorlar. Ardından arıları salıveriyorlar.
Demek arı tedavisi budur. Annemin yüzündeki acı ıstırabı, tedavinin ne kadar
acı olduğunu anlatmaya gerek yok. Bu işkence yalnız ellerde kalmayıp ayaklarla
devam ediyor. Demek annemin tedavisi bilinmeyen hastalığı bu kadar acı veriyor
ki bu Arı batırma tedavisine razı ve dayanabiliyor.
O eller, ayaklar davula dönerken annem devamlı
üzgün. İyi ki teyzem burada ona kuvvet veriyor. Çocukların işini üstüne alıp
annemin yeterli olan üzüntüsünü hafifletmeğe bakıyor.
Bu tedavi her
gün devam ettikçe annemin ağrılarının hafiflediği, şişkinliklerin kaybolduğu, yüzüne
renk gelmeğe başladığını gördükçe bütün etraf annemle birlikte sevinmeğe, şükür
etmeye başladık. Bundan böyle annem iyileşip eskisi gibi sıkı sıkı bizleri kucaklayacak,
sevecek, gülümseyecek.
Artık bizler
köyün bir parçası olduk. Çardak altı akşamüstü sohbetleri, köy bakkalından
alışverişler, evin arka tarafındaki tarladan sarı turuncu geniş çiçekler
arasından yeşil hıyar, kabak, fidanlardan kıpkırmızı köy domatesi, karşıdan
uzun dar mor siyah patlıcan ve uzun biberleri toplayıp eve getirirken biz artık
Balatlı değil Galatarya köylüsüyüz.
Zaman geldi
plaja gitmek te oldu, dönüşte aynı keyifle bizim talika ile köyümüze dönüyor
basit, saf köy hayatımıza davam ediyoruz.
Yazın
sonlarına doğru havalar birazcık serinleyip arada bir hafif damlıyor, bizler
köylülerle hem inekleri çayıra götürüyor, köy dışındaki bağlara gidip salkım,
salkım kırmızı, yeşil Yapıncak, Çavuş üzümlerini sepete toplayıp eve getiriyoruz.
Bu anılar daima toprak anayı daha yakın hissetmemize ve Türk Köylüsünün
samimiyetini açık kalpliliğini hayat boyu unutturmayacak. Sonbaharın
ortalarında okulların açılması ile sağ salim Galatarya köyünden ayrılırken “HEPİNİZE
TEŞEKÜRLER, ALLAHA EMANET KALIN, AĞALAR, ANALAR, BACILAR SEVGİLİ GALATARYA HALKI
TEKRAR TEŞEKÜRLER’’.
Haydi, sana dönüyoruz
BALAT.
Ellerine aklına sağlık Doktor )))
YanıtlaSil