İçinde bulunduğum trenin yavaş yavaş bulunduğu karanlık tünelden çıkıp ileride gelen tünele girerken kısa da olsa aydınlıkta kaldığı zaman içerisinde etrafımdaki insanlara baktığımda bir kısmı başlarını pencereye doğru çevirmiş, dalgın dalgın karşıya bakıp benim gibi karanlığın içinde kaybolmuş geçmişleri ile yüz yüze kalıp geçen zaman içinde anne, baba, kardeş, yakın akraba, dost, arkadaş, çocukluk yılları ile haşır neşir olup ağladılar, dertleştiler, yanlışları, doğruları, çirkinlikleri, güzellikleri görüp düzeltmek istediler. Gittiler, geldiler ve buna doymadan tekrar trenin öndeki tünele girmesi ile başlarını tekrar pencere tarafına döndürüp, devam demeğe kalmadan karşıdan siyah perde aniden beyazlaşıp görüntüler peydahlamağa başladı.
Herkes
kendi perdesinde peydahlanan resimlerle meşgul iken, bir düşünce aldı beni. Geçen
bu zaman içinde her şeyi gördüm yaşadım. Peki, bunun için bu trene ne lüzum
vardı? İnsan hayatta gün gün geçenleri hatırlayıp, tekrarlanan yanlışları, eğrilikleri
önlemek için gayret ederse bütün bunlara lüzum kalır mı? Hani zaman insana aynı
yanlışın tekrarını önlemeyi öğretir derler? Hani hayat tecrübesi gibisi yoktur?
Demek hayat, tabiat, insanlarla oynadığı satranç masasında onu şaşırtıp MAT ediyor.
Tabiatı
yenmenin imkânı yok gibidir, bütün ipler onun elinde, istediği gibi onunla
oynar, eğlenir, güler sıkılmağa başladığında fiskesini vurup kaybettirir. Bu
düşünce içerisinde iken karşıdaki beyaz perdede görüntüler peydahlanır ve ben,
yanımdakiler ile birlikte tekrar dalar, susarız.
Artık
Balattan çıkma zamanı geldi çattı. Babam Yemişteki küçük yüz yirmi çeşit kalemi
olan dükkânda ortağı ve işçisi ile birlikte yaptıkları işte geçinip gidiyorlar.
Tant Elizaya olan borç ödendi. Bu seferki göç teklifi dayılarımdan geliyor.
Onlarda ilerlemek için Balattan çıkıp işlerini ilerisi için ilerletmek için
çıkma zamanı geldiği ve bunun için Kurtuluşta hem iş hem oturmak için bir ev
teklifi olduğu fikrini babam ve anneme getirdiler. Tabiidir ki bu kararı tartıp
karar verecek kişi Mösyö Nisim… Ailenin sayılan hürmet edilen şahsı. Gidildi,
bakıldı, konuşuldu, tartışıldı ve sonunda karar kılındı. Kurtuluşa göç...
Balatta
bu kadar asırlar Yahudiler doğdular, yeşerdiler, evden eve geçtiler, sünnetler,
Bar Mitzvalar, düğünlerde eğlenip güldüler, yaşlandılar, öldüler. Ne oluyor? Biz
neyiz ki bu düzeni, bu ahengi gelip bozup gidiyoruz. Ya manav Avramiko, Robert
ahtar, berber Sabetay, udi kör Hayim, Ananiya lokantasındaki mösyö Koço, köşedeki
fotoğrafçı Mösyö David, Haham Asayas, kasap Kampeas, genç kasap Leon, Ahrida,
Çana, Yambol Sinagogları, Ahuera Balat Mahazike-Tora, Peki sandalcı Mehmet Ağa,
Hasköydeki Musevi İlkokulum, bebekliğim, çocukluğum, arkadaşlarım Darsa, Hara, Asayas, Kurtaran, Yeşilbahar.
Teyzelerim, tant Fani, Eliza, Benvenuta. Peki, peki Balat’ım ne olacak? Unutacak
mıyım? Onu yaşayacak mıyım? Özleyecek miyim? Ona dönecek miyim?
Bütün
bunlara cevabım ilerlemekte olan trenin hızına, aradaki molaların süresi, arada
bir durup tekrarlanan görüntülere, o anlarda hafızamdan geçenlere bağlı
olaylar. Temennim bu ki bütün bunlar silinip kaybolmaz, ileride yolumu gösterir
de, kaybolmam.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder