Okullar
açıldı, artık annemin yalnız kalma zamanı geldi. Kardeşim Kurtuluş İlkokuluna, bende
tramvaya binip sabahın köründe Kurtuluştan Şişhane Yazıcı Sokaktaki İkinci Karma
İlkokuluna.
Yaşım sınıf
akranlarımdan iki yaş daha fazla, buna da İsrael meselesi sebep, bakalım ilerideki
tahsil hayatıma tesiri olacak mı? Yaş dokuz, ne fark eder? Aynı sınıfta on bir
yaşında öğrenci de var. Bütün iş bundan sonra… Yasef çanta elde veya sırtta,
sefer tası elde yağmurda, çamurda, karda, kışta Şişhane, Kurtuluş mekik
dokuyacak. Böylece büyüyecek, adam olacak.
Bu devredeki
yaşantım hiç te Balattaki yaşantıma benzemiyor. Zaman daha maddi, daha renksiz...
Okuldaki arkadaşlarım hemen hemen Kule dibi orta halli, fakir ailelerinin
çocukları, büyük bir kısmı Yahudi Cemaatinin öğle yemeği veren yemekhanesinde
yiyip bir kısmı bu örgütün verdiği elbise ve ayakkabılarla giyiniyorlar. Buna
rağmen birbirimize karşı bir ayrılığımız yok, neden olsun? Ders aynı ders,
öğretmen aynı öğretmen, oyun aynı oyun değil mi? Böyle yaşıyor, böyle hep
beraber büyüyoruz. Bu okulda herkes gibi kaygılandığım kişilerden asayiş işleri
ile ilgilenen her teneffüs ve prozdorda rastgelen elinde köşeli siyah küçük
sopasını esirgemeyen mösyö Kohen ve onun ardından bizimle devam edip geçen
dönem ve asırlarca Fransızca öğretimini veren uzun boylu sırtına baston
yerleştirilmiş göğüsleri önde poposu arkada giden bu dünyayı ben yarattım
dercesine etrafa korku salan Madam Bahar… Ancak ben, NE SUYA NE SABUNA karışmayan kişi bu
kişilerden uzak durur. Ne demişler: GÖZLERİMİ KAPARIM VAZİFEMİ YAPARIM. İleriki hayata bu çocuklardan hem doktor hem
avukat hem de hahamlar olacak ve hiç birisi tahmin ediyorum geçmişlerini unutmayacaklar.
Okul hayatımı
renklendiren benim gibi yine İsrail’den gelen ve burada aynı sınıfta okuduğum
herkes tarafından sevilen uzun, zayıf, İbranice konuşan benden hem boy hem de
yaşça büyük, her zaman yüzü gülen bir çocukla temiz bir kavgadan sonra candan
arkadaş oluyoruz.
İsmi Kalaora
imiş. Anneme bunları anlattığımda büyük annemin gençlik soyadının Kalaora olduğunu
ve büyük bir ihtimalle akraba olabileceğimizi söyleyince bu arkadaşlığımız daha
da kuvvetlendi.
Bazen öğlen teneffüslerinde
beni küçük, siyah, kahverengi eski tahta yapı, tek katlı eskimiş bir yapı olan
evine davet eder ve tatlı, her zaman güler yüzlü anne ve babası bizleri karşılar.
Evin içi kavrulmuş soğanın bıraktığı tatlı koku, öğlen yemeğinin lezzeti güç tasvir
edilebilecek kuru fasulye yemeğini müjdeler.
Bu
arkadaşlığımız zaman geçtikçe dal budak salmasına rağmen o daha dine bağlı, ben
ise annemin zoru ile muhafazakâr... Muhafazakâr ve her kes ile samimi, yakın
olmayı seven ben sınıfımda beraber aynı sırada oturduğum yeni çok hoş, fazla konuşmayan,
gayet temiz ve düzgün olarak gelen bu yeni sıra arkadaşımla gün geçtikçe
samimileşmeye başladım. Arkadaşım zannediyorum ki benden ya bir yaş veya iki
yaş daha küçük ne fark eder bu yaşlarda yaş pek fark etmiyor. Teneffüslerde
beraber kâğıttan yaptığımız topla yemekhanenin yanındaki kapalı çardakta
oynuyor, eğleniyoruz. Ancak hal ve tavırları ile iyi bir aileden olduğu belli.
Zaman geçtikçe
samimiyetimiz ilerlediği bu günlerde beni Yazıcı Sokağındaki evine davet etti. Tabii
ki bizim Yusuf herkesi sever, herkesi kendisi gibi bildiği için hayır demez ve
okulun yemek tatilinde çık yokuştan sağa sap, kitapçı mösyö David’in karşısında
büyük duvarı yeşile boyanmış geniş açık demir kapısından içeri girdiğimizde
içimden hoş bir ürperme geçti ‘yahu senin ne işin var bilmediğin tanımadığın
insanların evine gitmek‘ bir kere geldik girelim bakalım. Mermer merdivenleri
tırmandıktan sonra aynı katta birkaç kapıdan birincisine vardığımızda ilk
olarak tahtadan yağlı boya ile boyanmış güzel kapının yan tarafındaki zile
bastığında karşımıza gayet hoş, güler yüzlü, orta boylu, zayıfça çok tanıdığım Rum
lehçesi ile arkadaşımın annesi karşıladı. Bir ara aklımdan ne geçtiğini
anlamadığım arkadaşımın annesi yarı Rumca yarı Türkçe öğle yemeğinin hazır
olduğunu söyledi. Köşede oturan ihtiyar kadın arkadaşımın büyük annesi, kalkıp
arkadaşımı yanaklarından öptükten sonra mutfağa girip yemek odasında masanın
kolalanmış beyaz örtünün üstüne hazırlanmış servise yemekleri porselen kaplar
içinde getirmeğe başlayınca ben etrafıma köm köm bakakaldım. O anda arkadaşımın
annesi dolaptan bir takke daha çıkarıp bana uzattı ve arkadaşım büyük bir
titizlikle gümüşten yapılmış açık tuzluk tabağına taze francala ekmeğinden
kopardığı köşeyi alıp İbranice söylediği duayı bitirdikten sonra tuza batırıp
bir kısmını koparıp bana uzattı ve diğerini kendisi yedi ve oturduk.
Buraya kadar her
şey güzel hoş ama durum burada da bitmiyor. Yemek mi yiyorum? Etrafa mı
bakıyorum? Çatal, bıçak sesleri arasında gözüm etrafı kolaçan etmekle meşgul. Ben
ki Balattan Kurtuluşa geçip daha yeni yeni değişikliği algılamağa başladım,
böyle bir ev beni şaşırttı. Etrafımı gözlerken büyük salon odasının bir
köşesinde gayet güzel süslenmiş Noel ağacının karşısındaki sehpada Hanuka
bayramının simgesi olan Hanukiya‘yı görünce epeyce düşüncemde allak bullak
oldum. Benim için Yahudi olmuş, Rum olmuş hiçbir şey fark etmemesine rağmen bu
yeni arkadaşımın durumu beni bir güzel düşünceye koydu. Ben ne yemeğin başında
ne de sonunda dua yapan bir kimseyim, fakat bildiğim bir şey var ise Yahudi’yim.
Kule dibinde
Yahudiliği hissetmek daha kolay bir olay, şöyle ki arkadaşlarımın büyük bir
kısmı Galata Mahazike Toraya devam ettikleri gibi Sinagoglar evlerine yakın ve
akrabaları bizimkilerden Şabat, Kaşer ve din örf adet ile yasaklarına daha çok
dikkat eden kimselerdir. Oysa ben Yahudiliği ancak haftada iki gün annemin zoru
ile Şişli Mahazike Tora ve Şabat günü Sinagoga gitmekle bitiyor. Mahallede Museviceden
başka her lisan ve örf adetleri görüyor ve yaşıyorum.
Burada Balattaki
bazı oyunlara devam etmeme rağmen evimizin karşısındaki top sahasının bulunması
beni daha çok topa bağladı ve bu sporu daha da sevdirdi, uzun zaman ona devam
ettim. Her Cumartesi öğlen sonrası on ile on iki yaş çocukları renkli formaları
ile daha evvelden yapılardan araklanan kireç tozu ile çizilmiş yampirik bir
tarafı yokuş yukarı sahaya birbiri ardına çıkmaları ve ortaya tek sıra yapıp
takımlarının şereflerine sağ ol, sağ ol, sağ ol selam verip maça başlamaları
yok mu? Onları kıskanır, bir gün ben de onlarla bu seremoniye girebilmek için
can atıyorum.
Nihayet kış
mevsimi gelip soğuklarla birlikte kar yağmağa başladı. Kar her ne kadar kendisi
ile birlikte güçlükler getirirse de biz insanlar karın gökten yere süzülüşünü, sessizliğini,
beyazlığını muzipliklerini sever onlardan zevk almağa çalışırız. Karlı hava
bazen insan kalplerini ısıttığı gibi insancıl duygularını kamçılar, onları
birbirlerine yaklaştırır, sevdirir, güldürür, hoş eder, maddiyatı bir ara unutturup
az kanaatle geçinilebileceğini tasdik eden tabiatın bir hediyesidir.
Aralığın
sonlarına, yılbaşına yakın çok soğuk hava ile birlikte akşamüstü okuldan çıkıp
paket taşı döşeli Yüksekkaldırım yokuşundan Tünelden esen rüzgâr suratımı
kamçılıya, kamçılıya tırmanırken hafif bir tipi başladı. Şişhane turşucusunun
karşı kaldırımında direksiyonu elinde ve diğer eli kornasında aynasına dikiz
ederek “Şişaneye biiir Şişaneye biiir” diye
bağırarak acele adımlarla yürüyen Mordikoya takılıp bir müdet onunla yolun bir
kısmını aldım. Sonra Altıncı daire merdivenlerinden Tünele tırmanırken, sınıf
arkadaşlarım çoktan evlerine varıp sıcak sobanın karşısına oturup yağan karı
seyrederken, bizim Yasef Tünele henüz varıp yetmiş numaralı Kurtuluş otobüsünün
kuyruğu belli olmayan başına gelip ilerlerken tek düşüncesi Tünelin sıcak buhar
çıkaran ızgarasına gelmek ve iki otobüs ardı ardına gelsin de eve gideyim
düşüncesinde iken nihayet ızgaraya vardım. Alttan gelen sıcak hava ve buhar
aheste giden sırayı bile unuturdu. Havanın böyle olması nedeni ile İETT
otobüslerine zincir taktırıp sayılarını çoğaltması benim eve daha çabuk varmama
yardım etti. Otobüste tıka basa güçlükle nefes alınıyor, her türlü koku ve parfüm
birbirine karışıp her kafadan bir ses, ısınanlar, sürtünenler, el, cimcik
atanlar, yahu bu havada olur mu insafsızlar? Bırakın doğru dürüst eve varıp
ısınalım.
Otobüsün Kurtuluşa varması bir mucize, tipi
yağdıkça şoför zorlukla direksiyon sallarken önünü görmesi bile mesele, artık
üşümüyorum bu sardele kutusunun içinde istiflenmiş insanlar içinde güçlükle
nefes alan ben nasıl üşüyeyim. Allah verede biran evvel varırız da nefes alma
fırsatım olur. Durakları durmadan ancak ortalık karanlık basınca Kurtuluşa
varabildik. Kapılar açılıp insanlar kendilerini dışarıya atıklarında belli ki
biraz oksijene ihtiyaçları olduğu belli. İlkin geriliyor sonra derin bir nefes
alıp yakalarını kaldırıp herkes yarı büklüm esen rüzgâr ile tipiye karşı
evlerinin yolunu almağa başlıyorlar. Köşe başındaki ekmek fırınının önünden
geçerken ekmek bekleyenlerin sırasını görünce İnşallah evde ekmek eksik
değildir de açlıktan guruldayan karnımı hemen sıcak bir çorba içerek ısıtırım
düşüncesi ile yokuşu kayarak, düşüp kalkarak nihayet evin zil düğmesine
parmağımı koyup annemin yukarıya kadar giden kilidi açan ipi çekmesini bekliyorum.
Bu gibi havalarda her dakika bir yıl gibi gelir.
Ev sımsıcak
köşedeki Demirdöküm sobası hem odun hem kok kömürü yakar böyle havalarda kok
kömürü yanıyor ki evi hamam kadar ısıtıyor. Tahmin ediyorum dayım fabrikanın
içindeki kömür ve odunluktan anneme kömür ve odun taşımıştır. Babam halen Yemişteki
dükkânından dönmedi, belki de dönmez bazen Lüleburgaz, Sapanca, Silivri etraf
köylerine mal satmak yâda para toplamağa gider. Böyle havalarda radyoda yarınki
hava raporu sonunda okulların açılıp açılmayacağı hakkında haberi sıcak çorbayı
içtikten ve epeyce ısındıktan sonra gözlerim kapanmadan evvel duyunca bir rahat
nefes alıp uykuya daldım. Babam galiba yollarda, herkes iyi geceler deyip
yataklarına girince son olarak annem sobaya iki kürek kömür atıp gece
üşümememiz için üstümüze kalın battaniye atıp odasına Confıdance mecmuası ile
gider.
Sabah evin içi
hafif tatlı bir sıcak, annem erken kalkıp sobaya odun atıp furya verir, tabii
ki böyle havada devam kömürdür, yani kalkıp giyindikten sonra büyük annemden
geçip kova ile kömür, odun taşıyacağım, kardeşim İshak, o küçük yalnız arkamdan
kuyruk, kömür, odunu nasıl taşıdığımın kontrolörü. Neyse biraz büyüsün o da bu
vazifeye girecek. Benim de canım var, bende insanım.
Evin iç düzeni
bittikten sonra, öndeki pencere camları kardan ve buzdan temizlendikten sonra
her tarafın bembeyaz, sessiz ve insanların yoksul olduğu görülüyor. Zaten bu
havada insanlar evden çıkıp nereye ve nasıl gidecekler demeye ve düşünmeğe
vakit kalmadan annem “Yasef al bu fileyi bakkalda ekmek var ise iki ekmek, bir
kilo un, tuz ve kibrit al” der. Elime parayı sıkıştırıp palto, kaşkol, ayakkabı,
yün eldiven haydi sokağa, bakkalda her şeyi aldım ekmek ne arar bu havada. Hava
daha yumuşak, gök kapalı gri beyaz renkte, arada bir hafif lapa lapa yağıyor, sokakta
benim gibi arkadaşlarım bakkal yolunda iken birbirimize kartopu sallar, tepeden
aşağı yuvarlanır, eve vardığımda anneme ekmek olmadığını söylemeye kalmadan
bakkaldaki şeyleri bırakıp fazla şey söylemeden Sinemköydeki ekmek fırınının
yolunu aldık, tabii ki kardeşim kuyruğumda. Fırının önü bir kalabalık, uzun sonu belli olmayan bir sıra, köşeyi
saptıktan sonra sıranın yufkacı ile benzincinin orasından başladığını görüp
bizde girdik.
Bu havada
ekmek bir mesele. Herkes, her günkü gibi bir veya iki ekmekle yetinmez, ekmeği
yalnız kendine almaz konu komşu dost, akraba yani bir de araba ister, öyle bir
havada ve saatte fırıncı ekmekleri yarı hamur çıkarmak mecburiyetinde, çünkü
fırının içi ana baba günü her kafadan bir ses bağırmalar, çağırmalar, sırada
söylentiler, iki ekmek veriliyor. İshak kardeşim daha küçük olduğundan kaçamak
yapıp kapıya yakın bir yerden sıraya sıkışıp benden evvel girip iki sıcak
ekmeği bir karton bulup iki kolunun arasına koyup beni beklemeğe başladı. Ne
yapalım birde büyük annem için lazım.
Artık soğuğu
hissetmeğe başladığım anda kendimi fırının kapısında içerden gelen sıcak hava
ile ısıtmağa başladım. İshak elindeki ekmeklerle ısınıyor, güzel beklesin de
hep beraber eve gideriz, en nihayet yeni ekmek partisi çıkar ve ben
sonunculardan iki kızarmış ekmeği iki kolumun arasına yerleştirip kalabalık
arasından dışarı çıkıp, İshak kardeşimle taze ekmeğin kıçından her birimiz
nafakamızı koparıp yumuşak kara basa basa, oynaya, oynaya evin yoluna dayandık.
Böyle günlerde
ne okul nede dersler ilgilendirir. Tek amaç karı seyretmek, kar oyunları için
hazırlanmak. Karşımızdaki cambazhanenin kurulduğu ve top oynandığı sahada bütün
bunlar küçükten büyüğe yapılır ve izlenir. Sabahleyin bakkala gittiğim saatte
yaşlı bir adamın karı yuvarlamakta olduğu gözümden kaçmadı. İçimden galiba çocukluğunu
hatırlamak için kardan adam yapmak istiyor deyip fırının yoluna giderken epey
büyük bir yuvarlak kar yığını yaptığı ve adamın üstündeki giyimine bakılırsa
deri bir yelek altında beyaz kalın boğazlı kazak, altında kalın siyah düzenli
pantolon, başında kahve renkli ponponlu kakuletası ve kıvrılmış siyah gri düzgün
bıyıkları altında ağzında gül ağacından yapılmış piposunu tüttürüp bir
düşüncede olduğunu gördüm ve yoluma devam ettim. Ekmek sırasında hep bu acayip adamı
düşünüp biran evvel ekmek almak sıkıntısını bitirip onun yanında olmak istedim.
Bu gibi günlerde zaman mefhumuna pek önem verilmediği için eve geldiğimizde
ekmekleri bırakıp hemen ön pencereye gidip adamı aradığımda meydanın o
köşesinde büyüklü küçüklü bir kalabalığın toplanmış pür dikkat adamın etrafını
sarıp yaptığı şeyi seyir etmekle meşgul olduklarına dikkat ettim, meraktan çatlayacak
gibiyim. Merdivenlerden aşağı, doğru kalabalığa karıştım. Acayip adam mala, kürek,
eldiven, birkaç büyük bıçağa benzer alet edevatla arada piposundan bir iki
nefes alıp dinlenip geri gidip yaptığı ağzı açık dişleri avını yakalamak isteyen
gür yeleli, büyük yarı oturmuş aslana bakıp bakıp arada bir küçük el
hareketleri ile son düzeltmelerini yaparken herkes bu adama karşı
hayranlıklarını ve hürmetlerini aralarında sessiz bravo, helal olsun kelimeleri
ile getirdiklerini duyarken içimden acaba bu adam söylenen bu kelimeleri duyup
zevk alıyor mu? Yoksa karşısındaki kükreyen aslana avını mı aramakla meşgul? Düşüncesi
ile bende bütün bu insanlarla beraber içimden kendi HELAL OLSUN SANA AMCA
cümlesini mırıldandığımı hissetim.
Böyle karlı
günlerde bizim Bilezikçideki evin önü eğlenceli olur, hele güneş bir ara gözünü
açmaya görsün, sanki yaz gelmiş, herkes kümesten çıkan tavuklar gibi sokağa
dökülürler. İşte tiyatro sahnesi açılır hem gülünür hem de acaba bir tarafını
kırdı mı diye sorulur merak edilir. Nede olsa mahallelidir, hem insan olarak hem
de komşu, tanıdıktır. Yokuşun başındaki her zaman içerisi gaz kokan Ermeni
Kirkor bakkala gitmek için buradan çıkmak şart,
eve dönmek için de buradan inmek şart, böyle iken büyük, küçük, genç
ihtiyar inerken ayak topuklarına dayayarak temkinli temkinli inmeğe gayret
ettikleri anda küt kendilerini yerde görüp ya tepeyi kayarak bitirir veya
yuvarlanarak iner kalkmağa çalışır, kaktığı anda bir daha kayar, yere otururken
oda herkesle beraber gülmeğe başlar, oturmağa devam eder. Yokuşu çıkamayacağına
kanat getirenler uzun yolu seçip sokağın öbür uzak bakkalını seçer ve yoluna devam
eder. Böyle bir günde bizim Bilezikçide çok az hususi otomobillere sahip olan
araba sahipleri ihtiyaç olmadıkça yola çıkmazlar. Hem zahmetli, hem de tehlikeli.
Yanımızdaki komşu siyah Buick arabasını işi icabı galiba bu havada çıkarmağa
kararlı olsa gerek, karşı yapıdan iki işçi bulup arka tekerleklere zincir
taktırıp, üstündeki kar yoğunluğunu temizlettikten sonra büyük bir ciddiyetle
arabaya girip çalıştırır, ısınması bitikten sonra araba yavaş yavaş buzlu karın
üstünde çatur, çutur seslerle yokuşun başına kadar gelir, araba bir sağa bir
sola kaymağa başlayıp yandaki hendeğe girince bizim komşu zor revers yapıp
otomobili kurtarır ve gerisin geriye otomobilini bırakmış olduğu daimi karsız
yerine zorlukla park ettikten sonra ev penceresinden kocasının çektiği cefayı
seyreden karısına iki kumaş paçavra bezi atmasını söyleyip paçavraları
boyalanmış parlak ayakkabılarına sardıktan sonra temkinli bir şekilde yokuşun
yan halen yumuşak kar kalmış kenarından yokuşu çıkar, soldan Tepeüstüne doğru
giden yolu alır ve gözden kaybolur. Bunu seyrederken demek kar hem güldürür hem
de kimsenin yaşına başına bakmayıp kendi tabiat kanununu uygular, herkes bende eşittir demek istercesine.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder