25 Şubat 2014 Salı

17- Bene Berit ve Bar Mitzva




Yaşımın ilerlediği yalnız ilkokulu bitirip ortaokula gitmekle kalmayıp aynı sene içinde Bar Mitzva olmamdan belli. İkinci karma ilkokulunu bitirdikten sonra annemin kararı ile Şişhanedeki yine Yahudi Okulu olan Bene Berit okuluna yazılmamla annemin isteği yerine gelmiş oluyor. Bu okula yazdırılmamın sebeplerinin başında okulun eskiden beri iyi bir tedrisata sahip olup çıkan mezunların çoğu üniversiteye girip fakultaıf mesleklere sahip olmaları, Yahudi terbiyesi yanında Türk Klasik terbiyesinin iyi bir şekilde verilmesi, İbranice ve din derslerinin olması ve ne kadar olsa bizim ailenin cebine uyması. Okul çoğunlukla Şişhanedeki Yahudi orta halli, fakir ailelerini ve pek az zengin geçinenlerin çocuklarını toplar
Ancak bu durum okul içinde pek büyük veya hiç denecek kadar arkadaşlığa tesiri görülmez. Okulun özel bir üniforması yoktur, bazısı kostüm kravatla geldiği gibi kazak ceket pantolon da kabul edilir bir kıyafet, yani kırdaki rengârenk çiçekler gibi bir tablo. Okul Şişhanedeki Bankalar yokuşunun başındaki Okul sokağında yüksek eski apartmanların arasında sıkışmış yeşile boyanmış yüksek demir kapısından içeri girildiğinde hemen solunda küçük tahta baraka, bu yapı okul kapıcısı ve organizatörü olan Müsyü İshak’a ait, tahsil boyunca bu yüksek boylu iri vücut yapısı olan kişi sert suratı her ne kadar bizleri korkutuyorsa da içinde kuş kalbi kadar küçük temiz kalbi, bizleri her an koruyan bir kişilik saklı olduğu her vesilede hissettirir. Sabah on teneffüsünde bu barakanın ön penceresi açılır ve bizim mösyö İshak kalın sesini duyurarak bizlere gözleme, üzümlü çörek, gazoz satıyor. Hemen bu kulübenin yanı, üstü ondüle saçla örtülü, önü açık su musluklarının bulunduğu yer… Burası kışın yağmurlu günlerinde taşla futbol oynadığımız yer... Okul lise olduğu için tuğla örtülü bahçesinde karşılıklı iki basket potası mevcut, ekseri zamanlar potaları da ağlı değildir. Ancak lise son sınıf başka yabancı okullarla maç yaptığı takdirde ağ konur, böylece uzun bir zaman ağlı kalır. Potalar yalnız basket için kalmaz sıcakta, soğukta, karda, yağmurda Aşer, Gökay, Dani, ben ve birkaç arkadaşın gayet çekişmeli geçen taş kaydırarak oynadığımız futbol sahasının kaleleridir.

Bu bahçede futbolu her zaman olmayan ekseriyetle küçük lastik topla oynuyoruz. Bu okulun iyi taraflarından biri hem Müslüman hem de Yahudi bayramlarından dolayı tatil günleri daha fazla olduğu gibi Cumartesileri tatil ( ne fark eder ki zaten Cumartesi sabah Sinagoga gidip yarı günü orada bitiririz). Okul Pazartesi sabahı açılıyor, bahçesinde sıra sıra sınıflar sıralandıktan sonra hava yağışlı olmadığı takdirde İstiklal Marşı karşı kapalı jimnastik salonundaki duvardaki direğe çekilen bayrak ile hep bir ağızdan söylenir ve sınıflara çıkılır. Hava yağmurlu kara kış ise iç salonda toplanıyor, büyük Türk bayrağı elde tutulup tören yapılıyor. Bütün bu seneler zarfında bir kere olsun ne bayrağı çekmek ne de tutmak nasip olmadı.

Tören sonu bir gürültü bir patırtı herkes sınıflara dağılır. Birinci sene, yani altıncı sınıf birinci katın sol tarafındaki büyük sınıf. Sınıfa girdiğimde bir büyük heyecan ve merakla etrafı seyrediyor ve içimde acayip bir his acaba muvaffak olabilecek miyim? Bu uzaklık derslerime mani olacak mı? Bu okulu bitirebilecek miyim? Derken kapı açılır ve elinde küçük ince sopa tutan, sert suratlı bir kadın öğretmen girer ve kürsünün arkasına geçer, hep bir ağızdan:
TÜRKÜM, DOĞRUYUM, ÇALIŞKANIM

İlkokuldan beri söylenen tekerleme tekrarlanır ve ilk derse başlanır.
Sınıfın sıraları oturacak yerle yazılacak yer birbirine birleşik tek parça, yazılacak ve kitap konulacak tahta tam bir okul tarihi, o kadar kazılmış bu sıralar, okulun, gelmiş geçmiş talebelerin isimleri, numaraları, aşklarını belirleyen kalp ve oklar. Bütün bunlara bakılırsa bu sıralardan geçip okuldan mezun olup çıkanlar veya yolun ortasında bırakıp gidenler neye vardıkları, hangi meslek sahibi edindikleri hakkında ancak ilerdeki hayatta belki bilmek nasip olur ve olanlarla birlikte bende bu okuldan mezun olduğum için gururlanırım.

Şimdilik henüz yolun başlangıcındayım, neyin neresinde ne olacağı meşgul, talebe olarak allame değilim, sevdiğim derslerin başında Tabiat, tabiatın canlıya vermiş olduğu güzellikleri, akıl almaz sonsuz sırlarını öğrenmek, soru sorup cevap aramak. 

Sınıfın duvarlarında fazla bir dekor yok. Olsa, olsa Türkiye coğrafya haritası, kürsünün arka duvarında Atatürk’ün portre resmi, pencere önünde yuvarlak siyah kalın saçtan yapılı kış günlerinde sınıfı ısıtacak borulu soba ve ilk gün olması sebebi ile yeni boyanmış büyük kara tahta. Okul tedrisat saatleri ilkokulun saatlerinden bir saat fazla... Sabah dokuz akşam beş, arada onda, on iki buçuk, dört, kısa ve uzun tatil saatleri. İlk günün heyecanı saat ondaki ara teneffüsünde eski ilkokul arkadaşlarımı aramak, konuşmak, sormak, soruşturmak, artık kendimizi gelişmiş, büyümüş, üstlerinde siyah ve beyaz yakalı önlükleri atmış, kimimiz kravat takmış, kimimiz kazak, pantolon ve kimimiz kravatsız golf pantolon, gömlek yakaları kazağın V sinden dışarı çıkmış küçük gruplar halinde toplanıyor, öğlen tatilinde yapacağımız taş futbol takımlarını ayarlarken zil çalıyor ve herkes kendi sınıflarına girmek için çil yavruları gibi dağılıp binanın içinde kayboluyoruz.
Bu kula yazılıp devam ettiğim bu zaman zarfında bu semti daha da yakından keşfetmeğe başladım.
Meğer ilkokul ikinci karmaya gittiğim yıllarda yaşımın küçük olmasından olsa gerek pek bu semtin her tarafını tanımağa fırsatım olmadı. Şimdi ki ortaokul öğrencisi Bar Mitzva olmuş bir genç olarak artık etrafı daha geniş görüp tanımağa başladım. Musevi Lisesi meğer Şişhane semtinin merkezinde ve bizim Yahudiler maddi durumlarına göre iki ayrı yakaya ayrılmışlar. Tozkoparan, yani Sarı Madam kahvesinin Tepebaşına kadar uzanan eski ihtişamlı büyük kapıları, ağır demir gravürlü tokmakları parlatılan pirinçten Doktor Uzdil, Doktor Tabah, Doktor Levi, Doktor Akşote, Doktor Şaylanın röntgen laboratuvarı, Doktor Albukrek laboratuvarı vs… ve diğer cemaatin kodamanlarının oturdukları apartmanların olduğu kısım. Şişhanenin köşe turşucusunun karşı yakası orta ve kıt geçimli Yahudi Kitlesi...

Bu kısım sanki asırlardır değişmeyen ve yerinde kalan kısım havrası, esnafı, kasabı, bakkalı, ahtarı, taşçısı, birde param çıkıştığı zaman yan sokaktan İlkokul Birinci Karma karşısındaki aksi, kalın çerçeveli gözlüklü, daima kızan köfteci mösyö Moiz. Söz açılmış iken onun karşısında şekerci Bilifante, Purim ve Pesahta tatlı ve kekleri, onun yan dar sokağında kaşer tavuk kesen tavukçular, yokuşun başında Avram balıkçı, yanında Todros ve Kovos kasaplar.
Tabiidir ki altıncı daire maliye karşısındaki meşhur kaşer sucuk yapan kasap Kovos’u unutmamak lazım.

Bütün bu panayırın içinde bu mekânda bir iki maskot olması şart. Ekseri Şişhane’nin yokuş başından karşıya geçerken aniden kulağa bir korna sesine benzer vak guak sesi ile bizim Marko… Hasköy’den çıkıp Kasımpaşa yokuşunu tırmanıp, Sinagog caddesine yol alıp, kenara çekilince eline beş on kuruş sıkıştıran insanlar… Diğer maskot Sinagogun karşısında veya kapısında sızmış kimseye zararı olmayan Şaap.

Eğer gelişim erken olursa Apollon Sinagogundan duadan çıkanlarla birlikte sıraya girip Yomtov mezecisinin yanında camekânlı Müsyü Aruh’tan eğer bitmemiş ise bumuelo veya bol pudra şekerli gözleme alıp üstümü silkeleye silkeleye okulun yolunu tutarım. Bütün bu güzel sahneleri dolduran hamarat, güler yüzler rengârenk bizlerin bu sahneleri ilerde anlatıp, birbirimizi gördüğümüzde hatırlayıp anlatabilmek için ancak sene sonu jimnastik salonunun önünde çektireceğimiz toplu sınıf fotoğrafından başka bir küçük makine olsa idi bu günleri anlatmak hatırlamak çok daha kolay olacaktı.

Artık kış mevsimi hemen hemen bitmek üzere iken bu sene hem birinci ortaokul sınıfını bitirip yedinci sınıfa geçmek zorluğu ve heyecanı yanında, Bar Mitzva olacağım. Bar Mitzva gerek ailem ve gerekse benim için büyük bir tören. Yılbaşını bitirir bitirmez hazırlıklar başladı. Sanki Balattaki basit, samimi, yakıncıl hayat kaybolmuş, yerini asır geçmiş gibi başka bir memlekette, başka insanlar, başka görüş ve örfler, her şey paraya pula dayanan ayarlanması çok zor bir makine. Bunun neticesi çok çalışmak, çabalamak, çok para kazanmak, olanla kolay yetinmemek, koşmak, koşmak, didinmek ve sıkıntı içinde yaşayıp hayat pahalılığına ayak uydurmak. Tamir kelimesi çoktan lügatten çıkmak üzere. ÇALIŞ MEHMET ÇİFTLİK SENİN. Bu hava içinde annemin aldığı tavsiyelerden Kuledibindeki bir hoca ile anlaşıp Bar Mitzva nutkunun İspanyolca, Türkçe ve içinde İbranice cümleleri olan uzunca bir buçuk dosya sahifesi yani 3 dosya sahifesi hazırlatıp elime verip bu üç ay içinde öğreneceksin der ve işin içinden çıkar. Peki, bu çocuğun böyle bir kabiliyeti var mı? Dersleri ne olacak? Sınıf geçmek şart, okul, ev yolu yakın değil, kim düşünür, kim takar, bu iş olacak, bu iş en iyi şekilde bitecek.

Babam dayılarımın arkadaşları yardımı ile Beyoğlu İstiklal caddesinin Rus konsolosluğu karşı sokağında Kaza de İtalya düğün salonunu tutu. Artık bu devirde ağızdan söylenecek şarkılarla bu iş olmuyor, salonun yanında garsonlar, orkestra ve verilecek yemeklerin ayarlanması lazım, iyi ki onkli İzak askerlikte garsonluk yaptı da bu işlerden o anlar, iş davetiyelere gelince iş daha da zor ve komplike olmağa başladı. Bütün ailenin ve annemin kararı ile davetiye benim Bar Mitzva elbise, şapka ve kolluğumla olacak. Bunu yapabilmek için bir ay kala bütün vükela Onkli İzakın kunyadosu Yüksekkaldırımdaki terzi Mösyö Hayim’in dükkânına gidip bu zamanın modasına uygun babam klasik kruvaze koyu renk, ben mavi gri tek düğme, kardeşim için kısa paçalı iki pantolon kumaş ve takım elbiseler ısmarladık. Bunun arkası tabii ki provalar.
Hafta ortası bir gün okulu asıp babamın Yemişteki dükkânına gidip babamın işi hafiflediği bir saatte Beyazıt Marpuççulardaki şapkacılar yokuşuna gidip çevresi sarı sırma ince çubuklu siyah siperli okul şapkasını satın aldıktan sonra yokuşu inip babamın tanıdığı arkadaşından kendine ve bana beyaz bir çift gömlek aldıktan sonra Yeşildirekteki Mısır Çarşısı çıkışındaki Maymunlu kundura mağazasına girip bir kendine bağlı bir de bana güzel siyah mokasen çift ayakkabı aldıktan sonra iyi iş yapan küçük dükkâna vardık. Artık hemen hemen tören için lüzumlu olan hazırlıkların büyük kısmı bitti denebilir.    
Annemin hazırlığı bizim hazırlıklarımızdan daha zor, Sinagog töreninde giyeceği kostüm, salonda giyeceği şık elbise Tarlabaşında tavsiye üzerine Rum bir terzide dikiliyor. Vuallı siyah şapka, ayakkabılar ona uygun, tabii ki Beyoğlu’ndan. Bütün bu hazırlıkların yanı sıra kola takacağım kolluk en mühim bir yer tutuyor. Bu kolluk altın sırma iplikle Şişhanedeki Bankalar yokuşunda Müsyü Sanportada saten kumaşa desine edildikten sonra el yardımı ile her bir teyze göz nuru döküp işlediler.
Günler haftaları takip edip tarih yaklaştıkça benimde trafik polisinden eksik tarafım olmuyor. Her akşam annemin, büyük annemin önünde nutuk bütün el kol hareketleri ile tekrar tekrar söylenir, ben budak, o benden budak, böylece akşamın geç saatlerini bulup artık halim kalmamış nutuk kâğıtları elimde yatağa yatar, tekrar uyumadan evvel gözden geçirirken sabahleyin kâğıtları yerde görür kızmak isterken alır akşama hazır olması için salondaki büfenin üstüne koyup haydi okula.
Şimdi anneme hak vermek işten bile değil. Hangi anne istemez ki Bar Mitzva olacak ilk oğlu milletin karşısına çıksın, hiç tereddütsüz ve yanlışsız sevgili Anne, babacığım desin ve bunu duyarak heyecana bürünmesin.

Böyle özel zamanlara bağlı olsa gerek evin dekorunda da eklemeler oluyor, cevizden salon takımı vitrini, büfe üstü gravürlü aynası, vitrini süsleyecek kristal uzun ayaklı kırma şarap bardakları.
Bütün bu unutulmayacak hazırlıklar içinde törene bir ay kala mahallede akranlarımla çekişmeli çelik çomak oyunum. Oyunlarda sevdiklerim içinde birincilerin başında gelen bu oyun ne kadar heyecanlı ve hareketli görülse o kadar tehlikeli olanıdır, zaten bu yaşta bizler neyi arıyoruz? Tehlike, heyecan, cesaret, kuvvet değil mi? Oyun her ne kadar Türk çocuklarının icadı gibi görülüyorsa da dünyada buna çok benzer KRIKET oyunu İngilizler, Hintliler, Güney Afrika’daki beyazların popüler olan oyununun hemen hemen aynısı. Onlarla olan farkımız oyun aleti olan çeliği ve çomağı kendimizin seçtiği tahta ve oymaların orijinalliği.

Bir akşamüstü aşağı mahalledeki çocuklarla toplanıp evimin önündeki yolun ortasında büyük bir taşı koyup birincilik için ATTIM. Attıktan sonra benim takım çeliğin fırlattığı çomağı yakalayıp sayı aldığı gibi taşın önüne geçip çeliğe sahip olup sallama hakkına sahip olacak. Tabi bizim Yasef nerede durur, sıranın ilk safhasında çeliği tutacak takımı kurtaracak. Çeliği çomağa vuran uzun boylu, iri vücutlu büyük Beto’nun vurması ile benim yıldızları görmem bir oldu. Ağzımdan burnumdan kanlar boşalırken heyecandan ağrıyı unutup karşıdaki evimin kapısının ziline dayandım. Bu hengâme olup biterken bizim Beto çoktan ayaklarını alıp ortadan kayboldu, annem kapıyı açtığında şaşırıp kaldı ne yapacağını bilemediğinden bütün merdivenler kana boyandı.
Ellerimi yüzümü yıkamağa başladığım anda ağzımın üst çenesinde acayip bir acı hissetmeğe başladım, annem kanları temizledikten sonra VAY OĞLUM ÇİRKİNLEŞTİ dedi ve meğer o anda anladım ki öndeki üst iki kesici dişim kırılıp gitmişti. Bunun ispatı Bar Mitzva fotoğraflarında görmek mümkün olacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder