Yaşımın
ilerlediği yalnız ilkokulu bitirip ortaokula gitmekle kalmayıp aynı sene içinde
Bar Mitzva olmamdan belli. İkinci karma ilkokulunu bitirdikten sonra annemin
kararı ile Şişhanedeki yine Yahudi Okulu olan Bene Berit okuluna yazılmamla
annemin isteği yerine gelmiş oluyor. Bu okula yazdırılmamın sebeplerinin
başında okulun eskiden beri iyi bir tedrisata sahip olup çıkan mezunların çoğu üniversiteye
girip fakultaıf mesleklere sahip olmaları, Yahudi terbiyesi yanında Türk Klasik
terbiyesinin iyi bir şekilde verilmesi, İbranice ve din derslerinin olması ve ne
kadar olsa bizim ailenin cebine uyması. Okul çoğunlukla Şişhanedeki Yahudi orta
halli, fakir ailelerini ve pek az zengin geçinenlerin çocuklarını toplar
Ancak bu durum
okul içinde pek büyük veya hiç denecek kadar arkadaşlığa tesiri görülmez. Okulun
özel bir üniforması yoktur, bazısı kostüm kravatla geldiği gibi kazak ceket
pantolon da kabul edilir bir kıyafet, yani kırdaki rengârenk çiçekler gibi bir
tablo. Okul Şişhanedeki Bankalar yokuşunun başındaki Okul sokağında yüksek eski
apartmanların arasında sıkışmış yeşile boyanmış yüksek demir kapısından içeri
girildiğinde hemen solunda küçük tahta baraka, bu yapı okul kapıcısı ve organizatörü
olan Müsyü İshak’a ait, tahsil boyunca bu yüksek boylu iri vücut yapısı olan
kişi sert suratı her ne kadar bizleri korkutuyorsa da içinde kuş kalbi kadar
küçük temiz kalbi, bizleri her an koruyan bir kişilik saklı olduğu her vesilede
hissettirir. Sabah on teneffüsünde bu barakanın ön penceresi açılır ve bizim mösyö
İshak kalın sesini duyurarak bizlere gözleme, üzümlü çörek, gazoz satıyor. Hemen
bu kulübenin yanı, üstü ondüle saçla örtülü, önü açık su musluklarının
bulunduğu yer… Burası kışın yağmurlu günlerinde taşla futbol oynadığımız yer...
Okul lise olduğu için tuğla örtülü bahçesinde karşılıklı iki basket potası mevcut,
ekseri zamanlar potaları da ağlı değildir. Ancak lise son sınıf başka yabancı
okullarla maç yaptığı takdirde ağ konur, böylece uzun bir zaman ağlı kalır. Potalar
yalnız basket için kalmaz sıcakta, soğukta, karda, yağmurda Aşer, Gökay, Dani, ben
ve birkaç arkadaşın gayet çekişmeli geçen taş kaydırarak oynadığımız futbol
sahasının kaleleridir.
Bu bahçede
futbolu her zaman olmayan ekseriyetle küçük lastik topla oynuyoruz. Bu okulun
iyi taraflarından biri hem Müslüman hem de Yahudi bayramlarından dolayı tatil
günleri daha fazla olduğu gibi Cumartesileri tatil ( ne fark eder ki zaten
Cumartesi sabah Sinagoga gidip yarı günü orada bitiririz). Okul Pazartesi
sabahı açılıyor, bahçesinde sıra sıra sınıflar sıralandıktan sonra hava yağışlı
olmadığı takdirde İstiklal Marşı karşı kapalı jimnastik salonundaki duvardaki
direğe çekilen bayrak ile hep bir ağızdan söylenir ve sınıflara çıkılır. Hava
yağmurlu kara kış ise iç salonda toplanıyor, büyük Türk bayrağı elde tutulup
tören yapılıyor. Bütün bu seneler zarfında bir kere olsun ne bayrağı çekmek ne de
tutmak nasip olmadı.
Tören sonu bir
gürültü bir patırtı herkes sınıflara dağılır. Birinci sene, yani altıncı sınıf
birinci katın sol tarafındaki büyük sınıf. Sınıfa girdiğimde bir büyük heyecan
ve merakla etrafı seyrediyor ve içimde acayip bir his acaba muvaffak olabilecek
miyim? Bu uzaklık derslerime mani olacak mı? Bu okulu bitirebilecek miyim? Derken
kapı açılır ve elinde küçük ince sopa tutan, sert suratlı bir kadın öğretmen
girer ve kürsünün arkasına geçer, hep bir ağızdan:
TÜRKÜM,
DOĞRUYUM, ÇALIŞKANIM
İlkokuldan
beri söylenen tekerleme tekrarlanır ve ilk derse başlanır.
Sınıfın
sıraları oturacak yerle yazılacak yer birbirine birleşik tek parça, yazılacak
ve kitap konulacak tahta tam bir okul tarihi, o kadar kazılmış bu sıralar, okulun,
gelmiş geçmiş talebelerin isimleri, numaraları, aşklarını belirleyen kalp ve
oklar. Bütün bunlara bakılırsa bu sıralardan geçip okuldan mezun olup çıkanlar
veya yolun ortasında bırakıp gidenler neye vardıkları, hangi meslek sahibi
edindikleri hakkında ancak ilerdeki hayatta belki bilmek nasip olur ve
olanlarla birlikte bende bu okuldan mezun olduğum için gururlanırım.
Şimdilik henüz
yolun başlangıcındayım, neyin neresinde ne olacağı meşgul, talebe olarak allame
değilim, sevdiğim derslerin başında Tabiat, tabiatın canlıya vermiş olduğu
güzellikleri, akıl almaz sonsuz sırlarını öğrenmek, soru sorup cevap
aramak.
Sınıfın
duvarlarında fazla bir dekor yok. Olsa, olsa Türkiye coğrafya haritası, kürsünün
arka duvarında Atatürk’ün portre resmi, pencere önünde yuvarlak siyah kalın
saçtan yapılı kış günlerinde sınıfı ısıtacak borulu soba ve ilk gün olması
sebebi ile yeni boyanmış büyük kara tahta. Okul tedrisat saatleri ilkokulun
saatlerinden bir saat fazla... Sabah dokuz akşam beş, arada onda, on iki buçuk,
dört, kısa ve uzun tatil saatleri. İlk günün heyecanı saat ondaki ara teneffüsünde
eski ilkokul arkadaşlarımı aramak, konuşmak, sormak, soruşturmak, artık
kendimizi gelişmiş, büyümüş, üstlerinde siyah ve beyaz yakalı önlükleri atmış,
kimimiz kravat takmış, kimimiz kazak, pantolon ve kimimiz kravatsız golf
pantolon, gömlek yakaları kazağın V sinden dışarı çıkmış küçük gruplar halinde
toplanıyor, öğlen tatilinde yapacağımız taş futbol takımlarını ayarlarken zil
çalıyor ve herkes kendi sınıflarına girmek için çil yavruları gibi dağılıp
binanın içinde kayboluyoruz.
Bu kula
yazılıp devam ettiğim bu zaman zarfında bu semti daha da yakından keşfetmeğe
başladım.
Meğer ilkokul
ikinci karmaya gittiğim yıllarda yaşımın küçük olmasından olsa gerek pek bu
semtin her tarafını tanımağa fırsatım olmadı. Şimdi ki ortaokul öğrencisi Bar Mitzva
olmuş bir genç olarak artık etrafı daha geniş görüp tanımağa başladım. Musevi Lisesi
meğer Şişhane semtinin merkezinde ve bizim Yahudiler maddi durumlarına göre iki
ayrı yakaya ayrılmışlar. Tozkoparan, yani Sarı Madam kahvesinin Tepebaşına
kadar uzanan eski ihtişamlı büyük kapıları, ağır demir gravürlü tokmakları
parlatılan pirinçten Doktor Uzdil, Doktor Tabah, Doktor Levi, Doktor Akşote, Doktor
Şaylanın röntgen laboratuvarı, Doktor Albukrek laboratuvarı vs… ve diğer cemaatin
kodamanlarının oturdukları apartmanların olduğu kısım. Şişhanenin köşe
turşucusunun karşı yakası orta ve kıt geçimli Yahudi Kitlesi...
Bu kısım sanki
asırlardır değişmeyen ve yerinde kalan kısım havrası, esnafı, kasabı, bakkalı, ahtarı,
taşçısı, birde param çıkıştığı zaman yan sokaktan İlkokul Birinci Karma
karşısındaki aksi, kalın çerçeveli gözlüklü, daima kızan köfteci mösyö Moiz. Söz
açılmış iken onun karşısında şekerci Bilifante, Purim ve Pesahta tatlı ve
kekleri, onun yan dar sokağında kaşer tavuk kesen tavukçular, yokuşun başında
Avram balıkçı, yanında Todros ve Kovos kasaplar.
Tabiidir ki
altıncı daire maliye karşısındaki meşhur kaşer sucuk yapan kasap Kovos’u
unutmamak lazım.
Bütün bu
panayırın içinde bu mekânda bir iki maskot olması şart. Ekseri Şişhane’nin
yokuş başından karşıya geçerken aniden kulağa bir korna sesine benzer vak guak
sesi ile bizim Marko… Hasköy’den çıkıp Kasımpaşa yokuşunu tırmanıp, Sinagog
caddesine yol alıp, kenara çekilince eline beş on kuruş sıkıştıran insanlar… Diğer
maskot Sinagogun karşısında veya kapısında sızmış kimseye zararı olmayan Şaap.
Eğer gelişim
erken olursa Apollon Sinagogundan duadan çıkanlarla birlikte sıraya girip
Yomtov mezecisinin yanında camekânlı Müsyü Aruh’tan eğer bitmemiş ise bumuelo
veya bol pudra şekerli gözleme alıp üstümü silkeleye silkeleye okulun yolunu
tutarım. Bütün bu güzel sahneleri dolduran hamarat, güler yüzler rengârenk
bizlerin bu sahneleri ilerde anlatıp, birbirimizi gördüğümüzde hatırlayıp
anlatabilmek için ancak sene sonu jimnastik salonunun önünde çektireceğimiz
toplu sınıf fotoğrafından başka bir küçük makine olsa idi bu günleri anlatmak
hatırlamak çok daha kolay olacaktı.
Artık kış
mevsimi hemen hemen bitmek üzere iken bu sene hem birinci ortaokul sınıfını
bitirip yedinci sınıfa geçmek zorluğu ve heyecanı yanında, Bar Mitzva olacağım.
Bar Mitzva gerek ailem ve gerekse benim için büyük bir tören. Yılbaşını bitirir
bitirmez hazırlıklar başladı. Sanki Balattaki basit, samimi, yakıncıl hayat
kaybolmuş, yerini asır geçmiş gibi başka bir memlekette, başka insanlar, başka
görüş ve örfler, her şey paraya pula dayanan ayarlanması çok zor bir makine.
Bunun neticesi çok çalışmak, çabalamak, çok para kazanmak, olanla kolay
yetinmemek, koşmak, koşmak, didinmek ve sıkıntı içinde yaşayıp hayat
pahalılığına ayak uydurmak. Tamir kelimesi çoktan lügatten çıkmak üzere. ÇALIŞ
MEHMET ÇİFTLİK SENİN. Bu hava içinde annemin aldığı tavsiyelerden Kuledibindeki
bir hoca ile anlaşıp Bar Mitzva nutkunun İspanyolca, Türkçe ve içinde İbranice
cümleleri olan uzunca bir buçuk dosya sahifesi yani 3 dosya sahifesi hazırlatıp
elime verip bu üç ay içinde öğreneceksin der ve işin içinden çıkar. Peki, bu
çocuğun böyle bir kabiliyeti var mı? Dersleri ne olacak? Sınıf geçmek şart, okul,
ev yolu yakın değil, kim düşünür, kim takar, bu iş olacak, bu iş en iyi şekilde
bitecek.
Babam
dayılarımın arkadaşları yardımı ile Beyoğlu İstiklal caddesinin Rus
konsolosluğu karşı sokağında Kaza de İtalya düğün salonunu tutu. Artık bu
devirde ağızdan söylenecek şarkılarla bu iş olmuyor, salonun yanında garsonlar,
orkestra ve verilecek yemeklerin ayarlanması lazım, iyi ki onkli İzak
askerlikte garsonluk yaptı da bu işlerden o anlar, iş davetiyelere gelince iş
daha da zor ve komplike olmağa başladı. Bütün ailenin ve annemin kararı ile
davetiye benim Bar Mitzva elbise, şapka ve kolluğumla olacak. Bunu yapabilmek
için bir ay kala bütün vükela Onkli İzakın kunyadosu Yüksekkaldırımdaki
terzi Mösyö Hayim’in dükkânına gidip bu zamanın
modasına uygun babam klasik kruvaze koyu renk, ben mavi gri tek düğme, kardeşim
için kısa paçalı iki pantolon kumaş ve takım elbiseler ısmarladık. Bunun arkası
tabii ki provalar.
Hafta ortası
bir gün okulu asıp babamın Yemişteki dükkânına gidip babamın işi hafiflediği
bir saatte Beyazıt Marpuççulardaki şapkacılar yokuşuna gidip çevresi sarı sırma
ince çubuklu siyah siperli okul şapkasını satın aldıktan sonra yokuşu inip
babamın tanıdığı arkadaşından kendine ve bana beyaz bir çift gömlek aldıktan
sonra Yeşildirekteki Mısır Çarşısı çıkışındaki Maymunlu kundura mağazasına
girip bir kendine bağlı bir de bana güzel siyah mokasen çift ayakkabı aldıktan sonra
iyi iş yapan küçük dükkâna vardık. Artık hemen hemen tören için lüzumlu olan
hazırlıkların büyük kısmı bitti denebilir.
Annemin
hazırlığı bizim hazırlıklarımızdan daha zor, Sinagog töreninde giyeceği kostüm,
salonda giyeceği şık elbise Tarlabaşında tavsiye üzerine Rum bir terzide
dikiliyor. Vuallı siyah şapka, ayakkabılar ona uygun, tabii ki Beyoğlu’ndan. Bütün
bu hazırlıkların yanı sıra kola takacağım kolluk en mühim bir yer tutuyor. Bu
kolluk altın sırma iplikle Şişhanedeki Bankalar yokuşunda Müsyü Sanportada
saten kumaşa desine edildikten sonra el yardımı ile her bir teyze göz nuru
döküp işlediler.
Günler
haftaları takip edip tarih yaklaştıkça benimde trafik polisinden eksik tarafım
olmuyor. Her akşam annemin, büyük annemin önünde nutuk bütün el kol hareketleri
ile tekrar tekrar söylenir, ben budak, o benden budak, böylece akşamın geç saatlerini
bulup artık halim kalmamış nutuk kâğıtları elimde yatağa yatar, tekrar uyumadan
evvel gözden geçirirken sabahleyin kâğıtları yerde görür kızmak isterken alır
akşama hazır olması için salondaki büfenin üstüne koyup haydi okula.
Şimdi anneme
hak vermek işten bile değil. Hangi anne istemez ki Bar Mitzva olacak ilk oğlu
milletin karşısına çıksın, hiç tereddütsüz ve yanlışsız sevgili Anne, babacığım
desin ve bunu duyarak heyecana bürünmesin.
Böyle özel zamanlara
bağlı olsa gerek evin dekorunda da eklemeler oluyor, cevizden salon takımı
vitrini, büfe üstü gravürlü aynası, vitrini süsleyecek kristal uzun ayaklı
kırma şarap bardakları.
Bütün bu unutulmayacak
hazırlıklar içinde törene bir ay kala mahallede akranlarımla çekişmeli çelik
çomak oyunum. Oyunlarda sevdiklerim içinde birincilerin başında gelen bu oyun
ne kadar heyecanlı ve hareketli görülse o kadar tehlikeli olanıdır, zaten bu
yaşta bizler neyi arıyoruz? Tehlike, heyecan, cesaret, kuvvet değil mi? Oyun
her ne kadar Türk çocuklarının icadı gibi görülüyorsa da dünyada buna çok
benzer KRIKET oyunu İngilizler, Hintliler, Güney Afrika’daki beyazların popüler
olan oyununun hemen hemen aynısı. Onlarla olan farkımız oyun aleti olan çeliği
ve çomağı kendimizin seçtiği tahta ve oymaların orijinalliği.
Bir akşamüstü
aşağı mahalledeki çocuklarla toplanıp evimin önündeki yolun ortasında büyük bir
taşı koyup birincilik için ATTIM. Attıktan sonra benim takım çeliğin fırlattığı
çomağı yakalayıp sayı aldığı gibi taşın önüne geçip çeliğe sahip olup sallama
hakkına sahip olacak. Tabi bizim Yasef nerede durur, sıranın ilk safhasında çeliği
tutacak takımı kurtaracak. Çeliği çomağa vuran uzun boylu, iri vücutlu büyük
Beto’nun vurması ile benim yıldızları görmem bir oldu. Ağzımdan burnumdan
kanlar boşalırken heyecandan ağrıyı unutup karşıdaki evimin kapısının ziline
dayandım. Bu hengâme olup biterken bizim Beto çoktan ayaklarını alıp ortadan
kayboldu, annem kapıyı açtığında şaşırıp kaldı ne yapacağını bilemediğinden
bütün merdivenler kana boyandı.
Ellerimi
yüzümü yıkamağa başladığım anda ağzımın üst çenesinde acayip bir acı hissetmeğe
başladım, annem kanları temizledikten sonra VAY OĞLUM ÇİRKİNLEŞTİ dedi ve meğer
o anda anladım ki öndeki üst iki kesici dişim kırılıp gitmişti. Bunun ispatı
Bar Mitzva fotoğraflarında görmek mümkün olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder