Bizim Balatta
doktorlara pek para verilmez. Dedikleri gibi AL DOKTOR KENO SEDE. Fakat hayatta
gerçeklerden kaçınılmaz, hastalıklar insanlar içindir. Ne zaman nasıl, nereden
geleceği belli olmaz. Bir bakarsın trup gibi iken aniden başın ağrır, halsizlikle
gözün kararır, küt diye yere düşersin. Soğukta, sıcakta kaldın, aniden titreme,
ateş, aksırma, öksürme haydi öp babanın elini. Zamanımı şimdi işimiz var
gücümüz var. Mahallede oynuyorsun birden karşına karanlıktan gelen köpek ödünü
bokuna getirir. Eve girdiğinde yüzün sarı neyin var sorulur cevap gelmeden
şuraya otur tatlı bir şey ye veya iç denir, geçilir. Bütün bunlara ne vakit
nede doktora verilecek para. Boşuna dememişler doktor dediğin meslek kırkından
sonra ekmek yer.
Bütün bunlar
için yaşı almış büyük anneler ve ihtiyar nesil doktorlara rakiptir. Bu nesil ne
fazla doktor ne de hastahane görmüştür. Şöyle ki ellerindeki basit imkânlar
içinde hastayı ya kurtarırlar ya da süründürürler. Bütün bunları küçük yaşıma
rağmen büyük bir hayranlık ve merakla takip edip belki bende büyüdüğümde
hatırlar ben de böyle durumlarda yardım edebilirim der ve daha çok anneannemin
eteğine yapışırım.
Yine bir gün
dayılarımdan genci akşam hovardalığa gitti, sabahına işe gidecek derken yatağın
içinde kıvrılmış titriyor, ateşler içinde yatarken büyük annem ilkin bir
meşeberah attıktan sonra:
Evde limon
varsa sıkılır, içine bol tuz atılır ve karın üstüne yatan dayımın sırtına, bacaklarına
bir güzel friksiyon yapılır. Eğer çiziğin veya yara beren var ise yandım Allah
dersen birde fırça yersin. Eğer bu işkence fayda etmeyip akşamı bulduysak daha
yararlı bir şey düşünülür, adam işe gidecek, ayağa kalkması şart. Yine büyük
annemin işi…
Eski bir bezden bir parça kopardıktan sonra
gaz tenekesine sokulup ıslatır ve haydi kaldır fanilayı der ve dayımın sırtına
ve göğsünün tümüne gazlı bez sürülür. Evde eski bir gazete Hürriyet, Vatan, Sabah
sahifeleri önlü arkalı konup haydi fanila, pijama, yorgan, bir yorgan daha
haydi geçmiş olsun denir. Ihlamur kaynatılır verilir, o gün iş yandı. Yarına bir
şeyin kalmaz.
ALLAH SENİ
İŞİNDEN EKSİK ETMESİN.
Bizim mahalle
ve sokakta pek böyle köpek falan gezinmez, ancak bol kedi çeşidi vardır zira
kedinin mahalleye, eve faydası farelerin cirit atmalarına yol vermemeleri.
Köpek niye olsun, çalınacak ne kuzu nede inek nede pek çalınacak mal mülk
vardır. Hele bütün dinlerde bu hayvan murdardır denir.
Bazen bostanlardan
kaçan bir iki köpek mahalleye iner ve etrafı karıştırır. Yine bir akşamüstü çitlembik
patlatmak için çubuk ve çivili tahtayı hazırladıktan sonra çitlembik koparmak
için büyük annemin evinin arkasındaki ağaca gelip işimize başladığımız bir anda
bilmediğimiz bir köşeden bir koca köpek ortaya çıktı. Bizler böyle bir hayvanla
nasıl hareket edeceğimizi bilmediğimiz için ödümüz bokumuza karıştı, karşımızdakini
aslan mı kaplan mı zannettik bilmiyorum. Fakat hakikat bu ki korktum, çok
korktum. Hayvan bir iki havlamadan sonra kıçını çevirip ortadan kaybolurken,
korku da bize kaldı. Eve gelip akşam yemeğini bile görmek değil kokusunu bile
koklamak istemedim. Bir halsizlik, bulantı... Annem yanağını alnıma yapıştırır,
ateşime bakar, haydi yat yarına bir şeyin kalmaz der, pijama haydi yatağa
yorganın altına… Sabah kalkmak için ne arzu nede kuvvet var… Annemin yüksek
sesini duymaya kalmadan, ne o neyin var senin gözlerin sarı, bir şeyden mi korktun diye sorduğunda ben de
dünkü korkuyu bir daha anlatarak güçlükle dile getirirken annem yüzüme kızar
olduğunu hissettim, ama ne yapsın önünde sadece çok sevdiği Yasef vardı. Neyse
sadece sarılık kesilir gider der ve mahalleden sarılık kesen şalvarlı, bol
çiçekli bluzlu başında tokası olan bir kadın getirir. Kadın eline aldığı Job jileti
ile beni önüne alır. Bir eli ile kafamı tutuğu gibi diğer elindeki jiletle bir
şeyler mırıldandıktan sonra alnımın iki kaş arasına şak şak iki üç kere kesip
kan aktırdıktan sonra sağlık olsun der kalkar gider. Köpekten korkmuş isem,
bundan öldüm diyebilirim. Ancak sabahına ne sarılık ne de hastalık
kalmıştı.
Yine bir kışın
ortasında bir akşamüstü idi. Babam çalıştığı
yemişten hiç alışık olmadığımız bir saate çıkageldi, hepimiz şaşırdık ne oluyor
diye. Babamın nesi var demeden şiddetli bir öksürük ve halsizlikten anneme şikâyet
ettiğini duydum. Annem hemen bir güzel limon tuz friksiyonunu bütün vücuduna
yapıp bir iki yorgan üstüne atmadan evvel gripini yutturduktan sonra, beni
giydirip kuşatarak büyük anneme yollar. Gelmesini söylememi tembih eder.
Büyük annem ne
o bu saate dedi. Ben de babamın kısaca durumunu anlattım. Fazla sorgu sual etmeden
tahta dolaptan bir beyaz beze sarılı bir küçük bohçayı çıkarıp aldıktan ve
üstüne paltosunu ve başına başörtüsünü atıktan sonra elimden tutup evin yolunu
tutuk.
Bu büyük annem
ne cin bir kadın leb demeden leblebiyi anlayan bir kadın dediğim bir iki lafla
babamın durumunu anlayıp büyük bir doktor tavrı ile eve girdiğimizde anneme bir
yağ lamparası hazırlayıp yanına getirmesini söylerken babamın yatağının yanı
başına oturup “Nisim karnın üstüne yat sana ventozas atacam. “Yarına bir şeyin
kalmaz işe gidersin” der ve şeffaf camdan çana benzer ventozasları bohçayı
açarak çıkartır. Bizim Balat’ın bu kadar enteresan tiyatro sahnelerine sahip olduğunu
bu gibi günlerde idrak ediyorum. Bu gibi sahneler hayat boyu zihnimde kaybolmayacağına
inanırken büyük annem babamın sırtını iyice sıvazladıktan sonra gayet büyük bir
ciddiyetle eline aldığı küçük pamuk parçasını yağ lamparasında yakar cam çanın
içine atıp babamın sırtına döndürüp yapıştırır. Fal taşı gibi açılmış
gözlerimle bütün bu olayı izler iken babamın gık dememesi beni daha da şaşırtır.
Kadın virtüöz piyanist gibi babamın bütün sırtını içine yanan pamukla cam vantuzları
doldurup üstüne yorgan atıp annemle komşunun kocası hakkında dedikoduya sohbete
daldı. PEKİ ya babam ne olacak demeye kalmadı. Büyük annem anneme dolaptaki Tentürdiyodu
getirmesini der ve Babamın sırtındaki yorganı açar ve vantuzların içinde peydahlanan
kırmızı küreleri gördüğümde içim bir hoş olmasına kalmadan bir elini vantuzda
diğer elinin başparmağını vantuzun deriye yapıştığı kenara bastığında BLOP vantuz
kendini bırakır, küre kaybolur, bu sihir de biter. Bütün vantuzlar çıkarılıp
sırt bir daha sıvazlandıktan sonra eline aldığı pamuk parçasını tentürdiyotla
ıslattı. Sonra babamın sırtını çok usta bir ressamın portre çizimi yaparcasına
bir aşağı bir yukarı bir sağdan bir sola kafes yapıp bitirirken, haydi birde
içine kuş koysun da ötsün diyesim geldiği anda yorgan atılıp piyesin sonu
gelir.
Büyük annemin ellerine
sağlık, gününe kalmadan sabah okula kalktığımda babam çoktan işe gitmişti.
Bizim birinci
kattaki komşu madam Merkada son zamanlarda çok kahve içmeye başladı. Annemi
karşısına alıp devamlı fısıltılı bir sesle devamlı bir şeyler anlatır ağlar.
Bende hiç meraklı turşucu olmadığımdan meselenin Madam Merkadanın çoktandır pek
keyifli olmayıp devamlı üzüntülü bir halde olup güçlükle işe gittiğini
anlamıştım. Annem bu mevzuyu babama büyük annemin vantuzları attığı günde arada
anlattığını hatırladım. Büyük annem, ne duruyorsunuz bir temiz klavoz de komer
yakalım bir de arkasından da bir kurşun attırırsanız bireyi kalmaz, bu büyük
bir sıkıntıdandır.
Ertesi günün
sabahı büyük annem annemle birlikte bende kafileye katılıp Madam Merkadanın
kapısına geldik. Madam Merkada mavi renkli pınuğarı ile bizi içeri buyur
ederken Mösyö Marko, minderde oturmuş bize bir hafif hoş geldiniz der tekrar
köşesine çekilip oturur. Beni ve komşu çocuğu arkadaşımla beraber odaya gitmemizi
tembihledikten sonra kadınlar işe koyulurlarken ben ve arkadaşım kapıyı
aralayıp başımızı araya dayayıp pür dikkat olup bitenleri heyecan dolu gözlerle
takibe başladık. Büyük annem kömür dolu mangalın üstüne kalaylanmış siniyi
demir ızgarayı üstüne yerleştirdikten biraz sonra elinde tuttuğu karanfil dolu
tomarı attığında bir şeyler mırıldayıp mangal maşası ile karıştırdıkça bütün
oda kuvvetli bir karanfil kokulu dumanla dolarken her bir fertten bir öksürük
tutar. Nasıl tutmasın, galiba büyük annem karanfil miktarını kaçırdı, nede olsa
olay kuvvetli olsun ki mösyö Marko çabuk iyileşsin, keyif ile işine gitsin
parnasa getirsin.
Bir kahve
molasından sonra kapı vurulur ve içeriye bol çiçekli bol şalvarlı üstü mor bol
gömleği ve elinde küçük bir kumaş çıkını olan çingene olduğu şivesinden
anladığım kadın içeri buyur edilir. Kadın mangalın yanında çömelip oturdu ve
getirdiği çıkını açıp içinden uzun saplı siyah renkte demirden bir kepçe
çıkarıp korlanmış kömürlerin arasına yerleştirip ısınmasını beklerken içine
çıkından çıkardığı parlak gümüş renkli kurşun çubuklarını koyup bir kahve ister
ve bekler. Etraftakilerle konuşur sırnaşır. Bir müddet böyle geçerken artık
kadının sırnaşıklığı sıkmağa başladığı bir anda çingene kadın kalkar eski bir
paçavra ile sapı tutar ve içindeki sıvıyı bir sağa bir sola sallar dururken
mösyö Markonun başına bir havlu, bir tane daha büyük havlu atar ve başının üstüne
yarısına kadar dolu orta boy leğen tutturur. Bir şeyler mırıldandıktan sonra Bismillah
çekip, kepçe içinde sallanan sıcak sıvıyı boci suya atar. Acayip bir ses
yükselir, havaya bir buhar ile birlikte acayip bir koku karanfil kokusuna
karışır. Havlular kalktığında mösyö Markonun yüzü bembeyaz olarak görülür.
Nasıl olmasın zavallı başının üstünde kaynar kurşun…
Madam Kaden, annem,
büyük annem, bizler kapının ardındakiler çingene kadınına pür dikkat heyecan dolu
gözlerle bakarken çingene kadın suyun içindeki acayip şekil almış kurşunu çıkarıp
baklayı ağzından çıkarır. GÖZ DEĞMESİ der bahşişini alır çıkarken benim cin büyük annem
yine bildi der. Bugün geçenlerden küçük dilimi yutmadım ise, demek ki hayatta
yutmam. Her taraf acayip bir sessizlik içinde iken arkadaşımla beraber ayak uçlarına
basarak sokağa çıktığımda geçen olayların tesirinden ancak dalgın, dalgın
giderken önümdeki elektrik direğine çarptığım anda kendime gelebildim.
KARANFİL
çivilerinin Türk Yahudilerinin ananelerinde muhtelif yerleri vardır.Şöyle ki
çocuk doğar yastığının üstüne bir tomar çivi ipliğe geçirilir, kırmızı veya
mavi kurdele, altın çeyrek altınla veya küçük mezuza çengelli iğne ile yastığa tutturulur. Havrada dua bittiğinde veya dua ortası gümüş buhurdanlıkta bulunan karanfil
takdis edilip koklanır. Büyük annemin marifetlerinden bir tanesi de “LAKUPA AL
SERENO” korku, sıkıntı, sinir için iyi gelirmiş. Pazardaki şekerciden asukar
kandel alır ve cam su bardağına akşamdan penceredeki şebboy saksısının yanına
koyar sabahına aç karnında kime verilmesi lazımsa verilirdi. Eğer o akşam büyük
annemde yatmışsam ilk o bardaktan herkes uykuda iken sabahın erken saatinde
içen ben olurdum zira tadı halen damağımda.
Diş ağrısı,
gece yarısı Allah korusun diş doktoru nerede kim sana kapıyı açar, nerede şimdi
bu para, haydi karanfili çoktandır tedavisi ihtiyaç gösteren deliğin içine
yerleştir. Allah'a şükür geceyi geçirdik yarına Allah kerim. Karanfil Türk Yahudi
mutfağında çok önemli yerini hatırlamadan olmaz. Hoşaf ta, tatlıda, çayda, börek,
çörekte ve buna benzer sonsuz kullanılış yeri.
Yine günlerden
bir gün büyük annemin doktorluğunun yanı sıra hâkimliğinin de olduğunu
öğreniyorum. Evde para ortadan kaybolmuştu. Belki on kuruş veya yirmi beş kuruş
gibi bir şey. Bunun bulunması şarttı. Peki, bu düğümü kim çözecek? Herkesin ben
almadım cevabı ile bu iş yine büyük annemin işi. Ben, kardeşim, Kemal kuzenim ve
büyük annem tokası başında her birimize birer o günkü biskoçoslardan elimize
verip gayet ciddi bir tavırla şimdi yalan ortaya çıkacak der ve dolaptan
tanımış olduğum kırmızı kaplı tefilla kitabını çıkarıp evin giriş kapısının
büyük demir anahtarını kitabın orta yerine sokar. Bir sicim parçası ile anahtarı
bağlayıp sicimi kitaba dolar bağladıktan sonra haydi bakalım sen Yusef, sen İshak
işaret parmağınızın ucu ile anahtarın kulpunu tutun ve böyle kalın dediği anda
kalbim küt küt atıp heyecandan her tarafım tutulmuş gibi idi. Kitabın hangi
tarafa döndüğünü bu güne kadar hatırlamıyorum.
Tatil devam
ediyor, hava açık. Acaba bugün ne ile geçecek. Aniden merdiven arasından tak, tak,
çak, çak sesleri. Ne oluyor demeye kalmadan annem tembihle bugün hallaç vuran
yorgancı aşağıdaki girişte yün, pamuk yorgan çilteleri hallaçlıyor sizler sokakta
oynayın der. Elimize ekmek kantonun içine konmuş kaşar peynirle salar ve bu
şekilde çamaşır gününe hazırlanmaya başlamak için yenilecek patates yemeği için
patatesleri soyup suya atarken bizler ekmek kantonları ile merdivenlerden
aşağı. Giriş avlusunda yorgancı diz çökmüş hallaçlanacak yumuk olmuş pamuk ve
yünleri ayırmakla meşgul.
İşte bizim
için birinci eğlence, biz unuttuk bile annemin dediklerini. Burada hem patırtı
hem özel bir olay var. Holün bir köşesine çok enteresan bir filim seyir için
hazırlanıyoruz. Elindeki uzun ince değnekle pamuk ve yün yumaklarını vurup vurup
havaya savurdukça havda bol toz, duman dolar, bizler bir hayret ve merakla
elimizdeki kantonu unutmak üzere iken bizim yorgancı merdivenlere dayadığı acayip
büyük, acayip yayı alır orta yerini sol eli ile kaptığı gibi sağ eline özel
sarı tahtadan tokmağını alır. Bir aşağı
bir yukarı yaya vurup kümelenmiş pamuk yumuklarını yayın ipinde döver havaya
fırlatmağa başlar. Etraf lapa lapa kar yağar gibi oldu. Tak, tak, çak, çak
arada yorgancıdan ince güzel bir türkü kulağa gelir. Haydi, bu filmi gördük, sokağa.
Nihayet tatil
bitti. Haydi, okul yoluna, daha yaz tatiline üç ay var. Sabahın erken saatleri
halen biraz ısırıyor, çantalar sırtta, sefertası, sepetler elde daha canlı,
daha dik, daha eğlence ile sandal iskelesine. Haliç suları kahve, gri renginde
biraz kokuyor. Müşterilerin çoğu bu saatlerde okula giden biz öğrenciler. Sandalcı
Mehmet ağa kalın ıskarmozlu kürekleri suya daldırıp çıkardıkça hantal, eski,
rengi uçmuş sandalı sanki suyun üstünde kaydırıyor. İskele, Hasköy Sandal
iskelesi... Etrafa siyah saten uzun önlüklü beyaz düz veya dantelli yakalı
öğrenciler serpili.
Biri yürür
yanındaki arkadaşı ile konuşur, diğeri yavaş adımlarla sanki sandalları batmış
düşünür yürür, diğeri koşar sanki okul kapılarını kapatacak, diğeri etrafına
baka baka yokuşa doğru yürüyor, geleceğin tüccarları, mühendisleri, avukat ve doktorları.
Hasköy’de
Balata nazaran halen çayır bostan kır, dağ, tepeler görmek mümkün. Her taraf
gelincik, papatya yeşil çayırın üstünde serpilmiş baharı müjdelerken, beyaz
pembe çiçeklerle donanmış erik, çağla, badem ağaçlarına ayak uyduruyorlar. DAĞ BAŞINI
DUMAN ALMIŞ YÜRÜYELİM ARKADAŞLAR...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder