Artık amacımı
ileriki güç görülen tıp tahsiline yöneltmek olacak. F.K.B nin ilk altı ayını
bitirdikten sonra yukarı Beyazıt Kampüsünde mikrobiyoloji ve anatomi derslerine
paralel olarak başladık. Bütün bu derslerin takibi ve öğrenimi için lüzumlu
olan kitaplar henüz ortalarda yok. Fen fakültesinden Beyazıt’a giden arka yolun
yokuş ortasındaki kitapçı gerek bizlerin ona kitap sormasından, gerek onun
bizlere henüz gelmedi cevabı vermesinden her iki tarafa artık sıkıntı geldi. Her
şeye rağmen üniversite lise gibi değil, kimse bizlerden ne ders hazırlamak ne de
hesap, şimdilik sormuyor. Ancak içimizdeki kitapsızlık fobisi bizlere rahat
vermiyor.
Çarelerden bir
tanesi şimdilik, Beyazıt Üniversitesinin arka kapısındaki Tıp kütüphanesi...
Kütüphaneye
henüz yeni yeni gitmeğe başladık. Bina tam Beyazıt Üniversite’sinin Süleymaniye
yolunun üstünde. Ekseri öğrenciler ikinci sınıf tıp fakültesine ait. Birazdan anatomi imtihanlarına girecekleri
için buraya ineklemeğe geliyorlar. Kütüphane kapısından girip koridora
baktığımızda karşımızda o anda gayet enteresan bir Hamlet piyesinin oynandığına
şahit oluyoruz.
Her öğrencinin
elindeki kemiğe göre insan iskelet sisteminin neresini öğrendiğini anlamak zor
değil. Kiminin elinde uzun çubuk kemiği, kiminin elinde Hamletin kafası.
Herkes
hapishane koğuşunda bir aşağı bir yukarı volta atar dururken kas sistemini
öğrenenler ya kendi kaslarını kontrol ederek veya arkadaşının el, yüz kaslarına
dokunarak olayı yaşamağa bakıyorlar. Bütün bu hengâmede etraf bir mezar sessizliği
içinde kimse kimseyi rahatsız etmemeğe dikkat ediyor, zira zaman kısa, iş çok
ve zor.
Artık
aramızdaki arkadaşlığımız daha yakın, daha samimi, daha candan. Herkes nereye, ne
zaman gidileceğini biliyor, Eğer asılacak ise hep beraber asıp bahçedeki
çimende toplanıp gırgır, şamata yaparken bizleri tanıyan seyyar fotoğrafçı
bizlerden olmağa başladı habire anlık veya poz verilen fotoğraflar çekiyor. Belli
mi? Hayatın nerede, nasıl olacağı belli mi? Bütün bu güzel anları hatırlayacak
mıyız? Birbirimize aklaşmış zamanlarımızda omuza vurup hatırlıyor musun? Nasıldık?
Bak şapkan, kabanın ne kadar güzel diyecek miyiz kim bilir? Hep beraber bizim Veysel’e veya Sultan Ahmet
Camii karşısındaki köşedeki kurucuya öğlen yemeğine gidecek miyiz?
Biz Yahudi
takımının etraftaki kız milleti ile pek alakamız yok. “Mozoz judiyoz, eyoz vedres,
poko i alaka.” Onlar bizlere saygılı,
bizler onlara. Sevilen bir topluluk olmağa başladık.
Zaman kolay
zaman değil, gerçek o ki memleket için için kaynıyor, hayat zor.
Benim
doktorluk hayatım bu kısa zamanda başladı. Annemin kalp yetmezliği sık sık
nüks etmeğe başlaması ile damara ve kalçaya iğne atmam gerekiyor. Babam İstanbul’dan
ecza levazımatı satan arkadaşından nirosta kutu, cam şırınga ve iğneleri satın alıp
eve getirince bana da kolları sıvayıp damara iğne yapmak kaldı. Ne yapalım
nefes darlığı olan annemin bu sıkıntısını gidermek ancak onu çok seven bana
kaldığı için hem heyecanlanıyor hem de yardımcı olabildiğim için seviniyorum.
Seneler
ilerledikçe mali durumumu düzeltmek için ders vermekten başka çare yok, zira
fakülte sabah dokuz akşam beşlere kadar. Kolay olmamasına rağmen idare olmağa
bakıyorum. Evden aldığım harçlık ta olmasa vaziyet zor. Yapılacak başka çare
yok diyor bu zor uzun köprüyü bütün arkadaşlarım gibi geçmeğe bakıyorum.
Artık ikinci
senenin ortasındayız, dersler daha yoğun ve sıkı. Bütün dersler içinde en
hoşlanıp zevk aldığımız ve kaçırmamağa gayret ettiğimiz Anatomi amfisindeki Dr
Sami Zan’ın anatomi dersi. Amfide bu dersi takıp edebilmek için ekseriyetle
daha erken saatlerde gidip yer tutmak lazım, zira amfiyi dolduracak yalnız biz tıp
talebeleri değil iktisat, hukuk vs. Fakülte talebelerinin gelmesi ile yer
bulmak mesele. Dr Sami Zan ders değil çok enteresan bir piyese mizansen yapan bir
gösteri adamı, mükemmel bir hayat filozofu, tam bir öğretici tam bir insan. Amfiye
girişi büyük bir patırtı gürültü ile olmasına rağmen çok ama çok kısa zaman
içinde her taraf sessizliğe bürünür. Üstündeki bembeyaz elbiseleri sanki birkaç
dakika evvelinde ütülenmiş kolalanmış, kel kafası sanki cila atılmış pırıl
pırıl, yuvarlak küçük gözlükleri arkasında fırıl fırıl canlı gözleri sanki
hepimizi tanıyor gibi gülümsemesi ve her zamanki gibi kırmızı güler pak
yanakları ile derse başlıyor. Bu şahıs herkes tarafından taktır edildiği gibi
herkes tarafından seviliyor, sayılıyor. Her taraf pür dikkat ve hayran. Bugün
yine anatomiden kadın alt karın organlarını çarşaflarla Duglas boşluğunu iki
önde oturan iki talebenin üstüne atıp, işte önde mesane ortada rahim arkada rektum
dedikten sonra işi hayat filozofi dersine kaydırıp sözlerini bu şekilde
sıralıyor:
SİZLER BUGÜN
BURADA GÖÇMEN KUŞLAR GİBİ GELDİNİZ, KONDUNUZ, ZAMANI GELİNCE UÇUP GİDECEKSİNİZ.
Ben ise
yeni gelecek göçmen kuşları karşılayıp lüzumlu yiyeceği sizlere verdiğim gibi
onlara da verip işime devam edeceğim.
Der ve dersini
büyük bir alkış tufanı ile bitirip etrafı çevrilir, herkes memnun o da memnun.
Eminim ki gün
gelecek toplandığımız zamanlarda ve bizlerde talebelere ders verme fırsatımız
olacağı vakitlerde bu şahsı hatırlayacak ve örnek alacağız.
Tıbbiyenin
korkulu rüyası mikrobiyoloji ve viroloji Göt Ömer ve yaveri ince uzun kendini
beğenmiş biraz ayol olan profesör. Mikroplarla virüslerle uğraşmak zor ve
sıkıcı ama ne yapalım bu köprüyü geçirmek lazım ve bu yoldan geçiyor geçeceğiz
başka çare var mı?
Bu sene
histoloji dersine başladık. Her deste sanki sürrealist müzesinde acayip acayip
pembe, mor, mavi, beyaz, siyah renklere boyanmış tablo seyrede seyrede, bazen
karanlıkta uyur ya da sohbet muhabbet veya bahçede otlamaya, güneş almaya
giderek geçiriyoruz. Nihayet imtihan zamanı geldi
Bu tabloları
tek tek ezberleyip öğrenmek lazım. İlk iş eski talebelerden, onlarında eski
talebelerden satın aldıkları suyu çıkmış histoloji preparatlarını bulup satın
aldıktan sonra iş düştü mikroskop alımına. Ağızdan kulağa Birinci Karma Okulunun
yanında oturan rahmetli olmuş Dr Zalmanın hanımından üç okülerli ve immersyonu
olan Zaıss Alman marka güzel bir mikroskop satın aldım. Şimdi iş eve kapanıp
preparatları mikroskop altına koyup gece gündüz ezberleyip tanımak... İmtihanı
bitirip geçtikten sonra adaya gittiğim bir hafta sonu tatilinde bizim Muhsin’in
kahvesinde oturup turlanan arkadaşlara ve tanıdıklara bakıp çayımızı içerken
aniden arkadaşların biri “Yahu selam veririz almazsın, vermezsin. Ne oldu,
büyük adam mı oldun?” deyince o güne kadar farkında olmadığım görme bozukluğunu
öğrendim. O günden beri histoloji imtihanının hediyesini bugüne dek gözlük
takarak hatırlıyorum.
Bu arada
babamın işleri daha iyiye gittiğinden adada İtfaiye karşısında yeni yapılan iki
katı dört palyesi olan evin ikinci üst yokuşa bakan üç odası geniş uzun
tarasası bir mutfak, küçük holü olan ev satın alındı. Ev hem yol geçen, hem de
manava kasaba, çarşıya yakın. Tam annem için rahat bir yaz evine sahip olduk.
Mahallenin etrafı ekserisi Musevi ve tanıdık adalı aileler.
Artık yaşımızı
başımızı aldık. Bizim Heybeli her ne kadar zamana uymağa gayret ediyor ise orta
direğin adası kaldı ve gençlere hitap eden kulüpleri, diskotek ve eğlence
yerleri halen yok. Bizler bu yokluğu Büyükada’ya giderek Yekta ve Değirmen’de
dans kurtlarımızı dökerek gideriyoruz. Bazen Maden yolundaki Horozluya şarap
ile meze yemeğe giderek Cumartesi akşamlarını değerlendiriyoruz. Bizim adada yaşımıza
uygun ikinci köprünün altında, sakin, sessiz medeniyetten uzak Burgazada Karpuz
kayanın karşısında küçük bir koyu kendimize var ettik.
Adanın akşam
yaşantısını yapan iskeledeki sıra sıra kahvelerdir. Bu kahveler ekserisi adalı,
yaşlı, orta yaşlı anne, baba, anneanne, babaanne ve genç küçük çocuk, bebeleri
olan ailelerin oturup çay, kahve, gazoz içip karşıdan turlayanları süzüp
dedikodularını yaptıkları curcuna yerlerdir.
Biz yeni
gençlik için oturup laklak edebileceğimiz yer olarak bütün bu kahvelerin
sonuncusunu, arabacıların son durağı ve garajının yanındaki kahvehaneyi
kendimize mekân edip ismini Muhsinin yeri olarak adlandırdık. Burada biz adanın
asları bulunur. Eti Çukulata, Eti Puler, Erkek Çela, Janet Cibili, Janti
Barokas, Beki Hara, İzak Baruh, Dani, Beto
Levent, Jojo Çiprut, Jojo Hara, Yusuf Sevi ve isimlerini kavrayamadığım vs.vs.
Arada bir
adanın elektriklerinin kesilip karanlığa büründüğü oluyor. İşte eğer Muhsin saatlerine
uyuyor ise mumlar yakılır. Ay dolunay oldu ise karşıdaki Suadiye, Bostancı,
Yakacık tepelerindeki ışıkları pırıl pırıl parıldayan büyük bir kristal avize
olan bu ışıklar Marmara sularına yansıyıp yakamozlar ta ayaklarımıza kadar
uzanırken ve bizler hafif acımtırak çaylarımızı yudumlar iken, bu güzel
manzaranın karşısında karanlığı unutup zevk alıp dört oluyoruz.
Üniversite
hayatı kadar tatlı, hoş, ilginç bir hayat devri tasavvur etmek zor. Her ne kadar
maddi bakımından bizler gibilere zor geliyor ise de, durumu çok güzel idare
ediyoruz. Doktor olmak ve bu meslekten ilerde ekmek yemek zor olduğunu
bilmemize rağmen onu seven bizler için bütün zorluklara göğüs geriyor yolumuza
devam ediyoruz. Zaten bu mesleği sevmez isen hemen karar ver ve ondan uzaklaş. Bu
mesleğin vereceği katı ekmeği çiğnemek her babayiğidin harcı değil.
Hayat oyunu
insana öyle oyunlar eder ki ben bu dereden bir daha su içmem dedirtmesine
rağmen çok çabuk unutturuyor. Bu kış gittiğimiz Mişne Tora yoksul çocuklara
yardım kurumunda yeni kız arkadaşım Janti’yi tanıdım. Gayet enteresan bir kız, herkese
yüz vermeyen, az konuşan, gayet şık giyinen, uzun boylu cici bir aile kızı. Meğer
bizim Heybeliadalı imiş. Arkadaşlığımız gayet iyi gidiyor, ailesi çok muhafazakâr.
Gizli kapaklı sözde arkadaşlığımız davam ederken bizim bugünkü kabul edilen
normlara göre durum pek uzun süreceğe benzemiyor. Nitekim belli bir müddet
sonra kız arkadaşım Jantinin sıkıntılı durumunu anlayıp ve bana evdeki durumunu
anlattıktan sonra ne biçim hareket etmem gerektiğini düşünmeğe başladım.
Ben ki henüz
üniversitenin başlangıcında, henüz yeni istenmeyen nişanlılıktan ayrılmış, baba
eline bakan ve zorlukla öğrenci bulup bütçesini dengelemeye çalışan ben nasıl
hareket edeyim de bu çok hoşuma giden kız arkadaşımla devam edeyim. Bütün bu
zorluklara rağmen içimdeki his onunla sonuna kadar devam edeceğimi söylüyor. Olayı
ilkin anneme açıkladım. Annemin tepkisi pek hoş olmadı. Sen mademki buna karar
verdin tıp öğrenimini bırak, işe git para kazan. Hem kendine bak hem de nişanlın
olacak kıza bakarsın der ve beni sorularla baş başa bırakır.
Bir taraftan
annemin hakkı yok değil. Bütün bu zorluklara rağmen ikimiz arkadaşlığımızı
devam ettirmeğe karar verdik. Günler haftaları, haftalar ayları takip ettikçe
arkadaşlık olarak başlayan bu beraberlik aşk ve sevgiye değişip her yerde her
zaman beraber olmağa başladık.
Bu durum ailem
ve ailesi tarafından idare edilmesine rağmen etrafın örf ve adetlerini çiğnemek
çok zor olduğundan nihayet anemin bana olan sevgisi onu ikna ettirerek nişanlılık
olayı ile sonuçlandı.
Artık bu
olaydan sonra ben nerede Janti orada göründük. Etraf dost, akraba, tanıdık, aile
başta olayı yadırgıyor gibi görünüyorlar ise de zaman geçtikçe kabullenip
Jantiyi hem seviyorlar hem de sayıyorlar.
Üniversite
hayatı ve öğrenimi bütün hızı ile devam ediyor. Bizim takım her zaman beraber
tam bir hareket içinde bürgün içinde bazen Cerrahpaşa, Guraba, Çapa, Haseki Hastahanesinin
yollarını tepmekle kalmayıp bazen İstanbul Beyazıt Fakülte binasında dersler
aldığımız oluyor, yani yoğun bir tedrisat. Bütün bu yoğunluğa rağmen
asmadığımız günler yok değil. Asılan günler ya Haseki hasta hanesinin
arkasındaki veya Cerrahpaşa hasta hanesi karşısındaki kıraathanede bizimkiler
birbirlerine kravat takmakla meşguller. Oynanan oyunların başında ohel geliyor.
Arada pişpirik olursa ben de katılıyorum.
Kravat takılan
ve takanların başında bizim Çanakkaleli Afat harçlığını bizim Kurtuluşlu İsmail’den
tedarik ediyor. İsmail kaybettikçe daha çok öğrenci bulup ders vermeye mecbur
oluyor.
Kışları
baharları, baharlar yazları takip ederken Fakülteler Çapa, Cerrahpaşa olarak
ayrılmasına rağmen bizler her zaman beraber kalıyor yalnız stajlarda ayrı devam
ediyoruz. Zamanın nasıl geçtiğini bir biz biliyoruz fakat nihayet bütün bu
güzel devre nihayet sona erip kendimizi Hilton otelinde verilen bitirme
balosunda gördüğümüzde Sevgili hocamız Dr Sami Zani’yi hatırlayıp hepimizin
kanat açıp bu yuvadan ayrılmağa hazır olduğumuzu hissediyoruz. Bu çıktığımız
yolun yönü, yeri, istikbali nerede? Bunu
bize yalnız zaman gösterecek.
Hilton
otelindeki törenden evvel diplomaya konacak olan fotoğrafın daha modern, daha Avrupai
olabilmesi için profesörlerden alınan cübbe ilk defa olarak tıp diplomasına
kondu.
Diploma alma
töreni çok heyecanlı ve şaşaalı olarak Hilton otelinin düğün salonunda
yapılırken
Hepimizin
anne, babalarımızın heyecanlarını, sevinç gözyaşılarını gördükçe içimizden
inanıyoruz ki hepimiz aynı şeyleri tekrarlıyoruz.
KENDİMİZE VE
SİZLERE VERMİŞ OLDUĞUMUZ SÖZÜ TUTUK. BAŞARDIK BAŞARDINIZ. TEŞEKKÜR EDERİZ.
Her birimiz
birbirimize sarılıp tebrik ettikten ve tıp armalı davetiyelere gelecek için
birbirimize başarı ve güzel gelecek yıllar hakkında satırları yazdıktan sonra Hilton
otelinin kapısından dışarı çıktığımızda hafif bir meltem rüzgârı ile ben Jantiye,
Janti bana sarılıp birbirimizi tebrik edip oradan gelecek günler için yürümeğe
başladık. Ben artık bir doktorum.
Bugüne dek tıp
fakültesini bitirip doktor olmuştuk. Ne var ki durum burada başlıyor.
Memlekette yeni doktorun geleceği meçhul olduğu gibi bizler için daha da meçhul,
nerede ne zaman ihtisas yapabilme sorunu, askere gidip iki sene ortalıktan
kaybolup geldiğinde kim sana ihtisas yeri garantiler? Türkiye’de şimdiye dek tıp
Avrupa ve Amerika memleketlerine kıyasla pratik sahadaki tecrübeden başka
modern tababet ve alet edevat bakımından çok geride. Bizler ki orta halli
ailelerden gelen açık zihinli, azimli, ileri tıbbı görebilen genç kuşak için
durum zor. Hali vakti yerinde olanlar için Avrupa’ya veya Amerika’ya ihtisasa
gitmek mesele olmasa bile sayıları parmakla gösterilebilecek kadar az.
1967’de orta
doğuda büyük bir değişiklik var. İsrail altı günlük harbinde etraf Arap memleketlerini
yendikten ve sınırlarını genişlettikten sonra büyük bir göç propagandasına
başladı. Bu durum bizim orta halli ailelerden üniversite bitiren gençlere tesir
etmeğe başladı. Sebeplerin başında Sionizimden başka yeni hayata atılıp başlayacak
olan bizler için bu memlekette başlama şartları daha cazip ve ilerici görülüp
kararımızı göç etmeğe yönetiyor. Her ne kadar bu, doğup büyüyüp ekmeğini
yediğimiz memleketimize karşı kahpelik gibi görünüyor ise de biz dış
memleketlerde mesleklerimizde muvaffak oldukça ilerde onun saygıdeğer elçileri olup
bu memlekete bu şekilde hizmet edeceğimize inancı ile ihtisas yapıp iyi modern
tıp doktorları olmak üzere göçe karar kılıyoruz.
İlk giden
elçiler Dr İshak Levi, Dr Dadi Levi, Dr Marko Altaras, Dr İsrael Benşuşen. Bu
orta halli aile çocukları İsrael Konsolosu yardımı ile Negev Berşeva Soroka Üniversite
Hastahanesine kabul edilip bir iki ay içinde göçüp gittiler. Onlar için durum
çok daha kolay oldu. Onlar benim gibi nişanlı veya sözlü olmadıkları için karar
vermek zor olmadı. Ben her ne kadar Janti ile karar verdim isede evlenmeden
bunu yapmak mümkün değil. Olayı ailelere açtığımda 1948-53 senelerinde bu
topraklarda zorluklara dayanamayıp geri dönen ailelerimiz başta bu karara karşı
gelmek istedilerse de kendileri de geleceğimiz hakkında garanti göremedikleri
için onlar da bizim gibi durumu kabullenip düğün hazırlıklarına başladılar.
Daha önümüzde tam bir sene var. Amerikan Hastahanesine müracaat edip cerrahi
asistanlığına başladım. Cerrahinin ilkelerini gönüllü olarak yaz aylarında
gittiğimiz Guraba ilk yardım odasındaki onbaşı Mehmedin, Etfal hastahanesinde dâhiliye
servisi ve cerrahideki gönüllü işlerimizle dikiş atmak, ekartör tutmak gibi
ilkelere sahi olduğum için Amerikan hastahanesinde barınmak zor olmuyor. Burası
bugünkü İstanbul’un en lüks ve en modern hususi tababet veren tek hastahanesi. Doktor
kadrosu ekserisi dış memleketlerde ihtisas görüp modern tıp bilgisine sahip,
icabında hastaları ile veya kendi aralarında İngilizce, Almanca, Fransızca
konuşan daima şık elbise ve beyaz önlüklerle dolaşan, levanten zümreye ait
doktorlar. Kendimi böyle bir atmosfer içinde görüp çalışmamın ilk zamanlarında
büyük gurur ve zevk aldığımı inkâr edemem. Şık hasta ve insanlar arasında
dolaşıp tıbbın daha modern şeklini, tıptan nasıl para kazanıldığını görmek
karar vermiş olduğum ileriki planlarımı gölgelemeğe başladı. Cerrahlardan en
çok sevdiğim ve saydığım bizim levanten Yahudilerden babadan gelme tıp ailesine
bağlı Dr Jul Barbut beni himayesine alıp girdiği bütün ameliyatlarında asistanlığını
yaptığım gibi kendime ilerdeki doktorluğumda lider olarak görmeğe başladım.
Dr Barbut İngiltere’de
cerrahi ihtisasını bitirip tam bir İngiliz stil ve şivesi ile gerek Türkçeyi
gerek İngilizceyi konuşup tam bir İngiliz lordu gibi davranan bir tip. İnsan
böyle bir kısmete nasıl imrenmez, taklit etmez. Zaman geçtikçe aramızdaki
samimiyet ve bağlılık ilerledikçe bir gün beni karşısına alıp
YUSUF SEN SAKINA
BURADA KALMAYACAKSIN. SENDE DİĞER ARKADAŞLARIN GİBİ PILINI PIRTINI TOPLAYIP MEDİNAYA
GİDİP MODERN TIBBI YAPIP YAŞAYACAKSIN.
Bu söylenti
yaşantımın ileride Türkiye’de değil,
arkadaşlarım gibi İsrail’de olacağına bir başlangıç işareti. Bu andan itibaren
Janti ile sohbetimiz düğüne hazırlık ve göç olmaya başladı.
Düğün hazırlıkları
ile beraber düğün tarihi Hazirana belirlenince göç hazırlıkları da paralel
olarak gitmeğe başlıyor. Aslında hazırlanacak ne var ki, eğer düzeltilmiş bir
evimiz olaydı, yerleşmiş işimiz ola idi hazırlık kelimesi yerinde olur idi.
Bizler ki yeni
evlenmiş genç çift için bütün problem anne baba evinde yaşayıp, baba parası yiyip
yepyeni bilmediğimiz bir memlekete gidiyor ve ailemizden uzaklaşıyoruz. Bizler
ki üniversiteyi iyi derecelerle hiç zaman kaybı olmaksızın bitirip aile ve
etrafımızın birer gurur ve iftihar vesilesi olduk. Ansızın pılımızı pırtımızı
toplayıp üniversiteye başladığımızdaki hülyamız olan İstanbul Nişantaşı Caddesinde
güzel bir klinik açıp kapının yan duvarında sarı pirinçten doktor tabelası, aranan
meşhur bir Yahudi doktoru olup gerek Yahudi, gerek Türk cemaatinde lanse olup
maddi manevi ilerlemek, adam olmak düşünce ve hülyayı arkada bırakıp gidiyoruz.
Bizleri ve
bizler gibileri buna iten sebeplerin başı memleketin vatandaşlarına lüzumlu
dikkat ve kıymeti verememesinden dolayı olsa gerek. Sen bu genç doktora doğru
dürüst ihtisas yeri veremezsen, ihtisas sırasında maddi durumunu düzeltemez,
geçinebilmek için ikinci iş arattırırsan, akranları olan arkadaşları ticarette
daha iyi para kazanıp ilerlerse, o genç, dinamik kafası açık ilerlemek isteyen
doktor, ne yapıp yapıp ilk fırsata bu zorluklardan kaçacak ve istikbalini başka
memleketlerde arayacaktır.
İsrail Devleti
otuz yıldan beri geçirmiş ve geçirmekte olduğu kuruluş ve kurtuluş devresinin
güçlüklerine rağmen bütün dünya millet ve memleketlerine örnek oldu. Dış
memleketlerde yaşayan tüm Yahudi fertlerinin gurur duyabilecekleri modern, ileriye
yönelik bu memleket kendine bu günlerde mıknatıs gibi Yahudi gençliğini çektiği
gibi bizleri de buna katıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder