Düğün
hazırlıkları son hızı ile ilerlerken her iki ailede sevincin yanında bir acayip
hüzün havası esiyor. Nasıl esmesin, bizleri bekleyen güçlüklerden bihaber
sudaki balık gibi bu hazırlıklara ayak uydururken ala ala bir yatak odası
ısmarlandı. Türkiye’deki Yahudiler için düğün çift dikişlidir. İlkin devlet
dairesinde nikâh töreninden sonra ekseri bir hafta sonrasında Neve Şalom Sinagogunda
Yahudi düğünü icra edilir.
Bütün bu geçen
seneler içinde kısa bir zaman zarfında hayatımın kadını olacak Janti bütün aile
fertlerinin sevgi ve hürmetini kazanıp istenen, aranan kişi haline geldi. Üstüne
toz koymak isteyenin vay haline. Nihayet nikâh günü gelip çattı. Bizim Janti giydiği
şık elbisesi ve güzel makyajı ile nikâh dairesine girdiğinde yalnız benim değil
orada bulunan dost ve akrabaların küçük dillerini yutturuyor. Artık bu bir
gerçek bizler evleniyoruz. Bizim şahidimiz ileride önder olarak göreceğim Dr Jul
Barbut yanıma oturup ona has İngiliz gülümsemesi eşliğinde şahit imzasını büyük
deftere imzaladıktan sonra parlak yeşil yakalı cübbe giymiş icra memuru Türk Cumhuriyet
kanununa göre bizleri karı koca ilan ediyor.
Resmi nikâh
töreni, imzalar, şahitler, şık giyimler, çiçekler, fotoğraflar, heyecanlar,
yarı sevinç, yarı üzüntülü göz yaşları arkasından akşamına anane olan eğlence
olmadan olmuyor.
Bütün törende hazır
olan dost, akraba, arkadaşlar, aileler Nuri’nin Yeri tavernasında toplanıp bir güzel
eğlenip bu töreni kutluyoruz.
İşte benim
hayatımın üçüncü sayılabilecek evlilik basamağına ilk adımlarımı böyle şenlik
ve sevinçle atarken içimden acaba bütün bu saygı duyup sevdiğim bu insanlarla
olan yakınlığım kalacak mı? Onlar beni unutacaklar mı? İlerde bana tıbbi
bakımdan ihtiyaçları olduğunda beni arayıp bulabilecekler mi? Şimdiye kadar çok
sevdikleri, büyütüp doktor ettikleri küçük Yasef onları unutacak mı?
Tanrım vakit
ne kadar çabuk geçiyor. Göz açıp kapanıncaya kadar Yahudi evlenme töreni günü
kapıya dayandı. Bu tören İstanbul Yahudi cemaatinde en mühim en şaşalı tören
olarak bilinir. Hele bu devirde artık frak ve Horozlu törenleri çoktan tarihe
karıştı. Damat namzetleri kendilerine smokin diktirip ona uygun aksesuarları Beyoğlu’ndaki
Erol mağazası ve Tanca mağazasından alınan ayakkabılarla tamamlıyor. Bende
ananeye uyarak Altınyıldız alpaka kumaş kuponunu bizim Dr İzak Levi’nin babası
Mösyö Salamon’da kestirip, üst katındaki Ermeni terzi Hıran’ta ilk ve galiba tek
smokin takımını ısmarlayıp düğüne hazırlattım. Düğünlerde erkek tarafı
hazırlıkları ne kadar hafif ise kadın tarafında o kadar ağır ve pahalıya mal
olur. Benim hazırlıklarım yanı sıra askerden yeni terhis olan kardeşim, babam, annem
ve bütün aile bu düğün için ananeye uyar kendilerini elbise ve süsleri ile hazırlıyorlar.
Kolay değil ne de olsa ailenin birinci oğul ve torunun, Dr Yusuf’un düğünü dile
kolay masrafı ona göre.
Janti’nin çeyiz
kısmını bırakırsak bu tören için yapılan elbise ve ayakkabı hazırlığı altı ay
gibi kısa bir zaman tutu. Ananeye uyarak bizleri düğün töreninden evvel
birbirimizle uzak tutuyorlar. Zaten görüşmek istersek bile buna hiç vakit yok,
her şey acele, her şey koşturmaca, her şeyden alınma, darılma. İyisi mi ananeye
uyup onunla avunmak yerinde olur.
Düğün evvelisi
akşamı yine ananeye uymadan olmuyor. Her iki evde kına gecesi tertipleniyor.
İçkiler, likorinoz, lakerdelar, taramalar, dolma ve dolu dolu mezeler şarkılar
gürültü, patırtı gülmeler ve bir köşede buruk bir kalp atışı. Bu kadar gayret
edilip yetiştirip büyütüp yeşerttiğin bu genç çift kısa bir zaman içinde evden
çıkıp ayrılmalarından başka uzak bir memlekete istikbal aramaya gidiyorlar. “Tanrı
onları korusun, muvaffak etsin” demekten başka bir şey kalmadı.
Nihayet heyecanla
beklenen Pazar günü sabahı kapıya dayandı. Her ne kadar kanuni olarak evli
olarak görülüyor isek de biz Yahudi Milleti iki bin küsur sene kaybolmayan bir
millet olmamız bu ananeyi bugüne kadar bu şekilde devam ettirmemizden dolayı
olsa gerek. Gelecek nesiller bu ananeleri devam ettirdikleri takdirde dünyada
bu küçük millet var olup kaybolmayacak.
Sabahın çok
erken saatlerinde annem akşamki bütün yorgunluğu hiçe saymaksızın hepimizi “Haydi
bugün düğün günü, fazla uyunmaz yoksa kısmet uyuşuk olur” diyor ve yataktan aşağı
ediyor. Saatlerin nasıl geçtiğinin farkında olmadan kendimizi tıraş makineleri
elimizde, afterşev kokuları ve ayna karşısında smokin ve Tanca ayakkabıları ile
kardeşim beni, ben kardeşimi ve her ikimiz babamızı düzeltip işi yoluna
koyarken, yan gözle annemin giyinip makyajını bitirdikten sonra sessizce
rimellenmiş gözlerinden akan göz yaşlarını görüyor içim bir hoş oluyor.
Kolay bir olay
değil, bunca sene çocuğunu büyüt, şımart, sev, meslek sahibi et ve gün gelip
koynundan kopar aslanların kafesine at. Tabiatın kanunu zor olsa da buna karşı
kimse gelmedi gelmeyecek de. Böyle gelmiş böyle gidecek. Nesil gelir, nesil
geçer.
Evde herkeste bir
sessizlik, bir acayip heyecan sürdüğü bir anda aşağıdan korna sesi bizleri
dalmış olduğumuz sessizlikten uyandırıp Sinagoğa gitme zamanını hatırlattı. Herkeste
bir telaş, bir heyecan, her birimiz son olarak ayna karşısına geçip kravat ve papyonları
ve annem şapkasını düzelttikten sonra otomobillere atlayıp ananeye göre Karaköy
ve Unkapanı köprüsünden geçtikten sonra Neve Şalom Sinagogunun kapısına gelip
içeri hep birlikte giriyoruz. Tekrar çeki düzen faslı ve Sinagogun dış koridorunda
korteji düzenledikten sonra ben annemin ve babamın ortasında sırmalı şapkalı ve
kuşaklı Sammasın geri giden adımlarına uyarak kırmızı halıya basa basa Sinagogun
içine girdiğimizde yukarı kadınlar azarasından koronun dini ilahisi ile karşıdaki
Sefer Tora kapılarına ve oturacağımız tevanın önüne ilerlerken gözlerimin önüne
sekiz yaşında iken Balat’taki Ahrida Sinagogu görünür gibi oldu. Aradaki fark
insanlar yaşlandılar, bazıları kaybolup gittiler, giysiler bugünkü modaya uygun
Sinagogun büyük bir kısmı beyaz çiçek buketleri ile donanmış, geçerken iki
tarafta bulunan dost, arkadaş, tanıdıklar hafif tebessümleri ile sanki bizlere
“HAYILI UĞURLU
OLSUN’’ “MAZAL TOV” dercesine
bizleri tevaya gözleri ile uğurluyorlar.
Neve Şalom Sinagogu
Türk Yahudi Cemaatinin en son olarak yaptırdığı ve onunla iftihar ettiği modern
denilebilen bir yapı. Mevsim yaz olduğu için vantilatörler harıl harıl
çalışmasına rağmen millet ve biz gelecek olan gelin ve kortejini beklerken hafif
bir uğultu ve sabırsızlık alametleri olan konuşmalar. Nihayet aniden yukarıda
kafes paravan içinde olan korodan ürpertici bir ilahi arya söylenmeğe başladığında
millet başlarını giriş kapısına çevirip ilahinin verdiği ürperti ile beyaz
gelin elbisesi ve duvağı önde olan gelin kortejini karşılarken benim kalbim bu
arada heyecandan olsa gerek yüz elli atmağa ve ayaklarım buz tutmağa başladı. Her
gelin böyle bir günde güzeldir derler. Ancak benim gelinim hepsinden daha güzel
ve endamlı. Düğün merasimi Maçoro, Jojo arkadaşım ve bir başka hazanla söylenen
yedi takdis duasından ve Sefer Tora açılıp kapatıldıktan sonra muhteşem bir
şekilde sona erer. Biz artık Türk ve Yahudi ananelerine uygun karı koca olduk.
Bizler de
herkes gibi zamana uyarak biriktirdiğim biraz para ile daha evvelden ayarlamış
olduğumuz programa göre ilk evlilik gecemizi Yeşilyurt’taki otelde geçirdikten
sonra sabahına havaalanına varıp Antalya’ya uçuyoruz. Gaye Alanya’da hoş, güzel
bir hafta sürecek balayımızı geçirip İstanbul’a varıp İsrail’e göç hazırlıklarımızı
bitirip İstanbul’dan ayrılmak.
Alanya’ya vardığımızda
hiç alışmadığımız sıcak bir hava ile karşılaşıyoruz. 32 derce sıcaklık. Ne fark
eder, bizler için mühim olan otel ve beraber yalnız kalıp birbirimizden zevk
alıp eğlenmek. Alanya henüz basit, deniz
üstünde bir küçük kasaba… Otel tek kat küçük küçük etrafa serpilmiş odacıklar ve
önünde küçük teraslar... Etraf pek kalabalık değil sesiz.
Daha evvelden aldığımız
bilgilere dayanarak Janti üstüne bir güzel Bepanten krem sürdükten sonra
güneşten ısınmış kumlara basmak ve denize gitmeğe kalktığımızda sanki kızarmış
kömürlere basarak ancak deniz kenarına güçlükle vardık. Deniz yağ gibi, sessiz ve
durgun. Dalıp biraz yüzdükten sonra dışarıdaki sıcaklık daha az hissedilir
oldu. İnsan sudan çıkmak istemiyor. İşte biz tabiatın bir beldesi denebilecek
böyle bir yerden zevk almağa başladık. Denizden çıkıp sıcak kumlara basıp
etrafa serpilmiş şezlonglara vardığımızda tek düşünce İstanbul’a döndüğümüzde
millete ne biçim bir yerde olduğumuzu gösterecek delil için kızgın güneşin
altına yatıp bronzlaşmak.
Saatlerin
nasıl geçtiğinin farkına varmaksızın bir deniz, bir güneş derken günün geç saatlerini
bulduk. Sıra akşam yemeğine hazırlanmaya geldiğinde Jantiye baktığımda karşımda
sıcak kaynar sudan çıkarılmış kıp kırmızı bir ıstakoz görüyor ve parmağımla
Jantiye olanı göstermek istiyorum. Bunun için koluna dokunduğumda büyük bir çığlık
ve ağlama ile karşılaşınca buradaki güneşin ne Bepanten nede başka bir şeye
aldırmayıp her şeyi kızarttığını anladık ve balayımıza vücudumuzu yoğurt mandırasına
çevirip böylece ahlar ve vahlarla başladık. Yoğurt arayıp sorarken yakınımızdaki
odalarda yine bizim gibi balayı için gelmiş gayet hoş ve cici bir çiftle tanıştık.
Hanım çıtıpıtı, erkek güler yüzlü çok hoş bir genç, oradan buradan konuşurken
hanımın tıbbiyenin beşinci sınıfında halen talebe ve onun bir şilepte ikinci
kaptan olduğunu öğrendikten sonra kanımız kaynayıp balayımızı beraber devam ettirmeğe
başladık.
Hayatta neyin
nereden gelip nasıl gideceğini hesap etmek onun hesabını yapmak her ne kadar istenilse
de evdeki hesap her zaman çarşıya uymuyor. Bazen öyle olaylar oluyor ki
sevindirdiği gibi aynı şekilde üzüyor. Akdeniz ve Egenin tabiat güzelliklerini
görüp gezerken kendime niçin bu güzel memleketten ayrılıp bilmediğim insanlarını
tanımadığım, örf ve adetlerinden haberim olmadığı memlekete gitmek üzereyim.
Nedir bu acele? Ne bu küs? Ne bu heyecan? Bu kadar nesiller bu memlekette
yaşayıp, büyüyüp, yeşerdiler, çoluk çocuğa karışıp hayat sürdürüp döllerini
yetiştirip göç edip gittiler? Ve ben ansızın bütün bunları silip arkama
bakmadan karımı alıp göç ediyorum. Neden? Niçin?
Zaman durmak
bilmiyor günler, haftalar, balayı bitti. Bizim İstanbul’dan ayrılma günlerimiz
gelip çattı. Zor, çok zor, ne var ki genç yaşın verdiği heyecan, ileriyi görüş
ve düşüncelerle geçen bu hayat süresi içindeki insanları, gezip büyüyüp geliştiği
semtleri, o yerleri, anlatılması çok zor boğazın, adaların hafif rüzgârı, hoş
kokuları, ada vapurundan karşıya bakıp her zaman haz duyulan akıl almaz
manzaraları, hatırada daima kalacak. İyi kötü hatıralarım, arkadaşlarım, örf ve
adetlerimi kendimle alıp gidiyorum. Arkaya bakmak zor ve çok zor… Bütün bu zor
soruları otuz yıl evvel benim kendime sorduğum gibi babam da kendisine sormuş mu
idi? Neden beni bu ilerisi meçhul olabilecek bu maceradan vazgeçirmek için
kendi hikâyesini anlatıp ikaz etmiyor? Neden bu kadar susuyor? Susuyor?
Artık bende
büyüdüm ve idrak eden bir insan olarak memleket ve İstanbul’da değişmekte olan
demografik durumu olamıyorum. İstanbul artık çok kalabalık… Anadolu’dan
İstanbul’a olan yoğun göç gerek İstanbul halkını gerek biz azınlıkları rahatsız
etmeğe başladı.
İstanbul’un
kendine has örf ve âdeti, davranış, giyim kuşamı, şivesi olan bu göç yüzünden
sanki ortadan kaybolup yok oluyor. Nüfusu sekiz yüz bin iken milyonlara
dayanması ile sokak ve caddelerde insan selleri ortaya çıkmaya başladı. Akıl
almaz bir hızla evler yapılıp sokaklardan göğü görmek zorlaştığı gibi kışın
kalorifer ve sobaların dumanları yüzünden nefes almak güçleşti. İstanbul’un alt
ve üst yapısı bu durum karşısında artık çökmüş olup elektrikler sık sık kesildiği
gibi bu kadar da millete lüzumlu olan su dağıtımı bazen bir haftayı da buluyor.
Allah korusun sokakta gezip eğer dalmış isen kendini kaldırımdaki yeni açılmış
bir çukurun içinde bulup yaralanır isen hasta haneye tedavi olmağa gittiğin takdirde
zor bela şansın yaver gider ise tedavini görebilir veya göremeyebilirsin de.
İnsan hayatı bini bir para... Böyle bir memleket havası içinde bizler ki kendimizi
yeni kuşak görmek istedik pes edip çok sevdiğimiz, büyüyüp yeşerdiğimiz ondan
her an zevk aldığımız güzel İstanbul’umuzu arkada bırakıp yeni, modern
geleceğimiz umudu ile burasını istemeye istemeye terk ediyoruz.
HELAL OLSUN
SİZLERE HEY BÜYÜK BÜROKRATLAR, HEY MUHTEREM SİYASETÇİLER, BÜYÜK KAŞARONLAR, HEY
YÜCE TÜRK MİLLETİ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder