Nihayet arzu edilen,
edilmeyen gün gelip çattı. Doğup büyüdüğüm yüksek tahsil görüp adam olduğumu
sandığım, beş yüz yılın üstünde mezhebime himaye verip yaşamını
ve şahsiyetini koruyan Türkiye topraklarını bırakıyorum. Bebekliğim, çocukluğum,
gençliğim tatlı unutulmaz güzel sıcak sımsıcak hatıralarım, arkadaşlarım bütün
bunlar ne olacak? Bunları arkada bırakıp nereye gidip ne arayacağım, istikbalimi
orda mı bulacağım? 450 senedir bu topraklarda yaşadık yeşerdik. Ölülerimizi burada
gömdük, ziyaret ettik. Nedir bu düzensizlik? Nedir bu yeni dünyanın yeni düzeni?
Yönlendiğim
yer Yahudi Milletinin iki bin senedir ona dönmek için gayret ettiği, acı kanlı
harplerin neticesinde modern, yepyeni, sosyal hakları sinesine toplamış milletin
Ortadoğu’daki İsrail Ülkesine gidiyorum.
Her Yahudi
gibi benim de hayatımın kaderinde tekrar göç etmek varmış. Bu göç annemin, babamın
1949
senesindeki Galata yolcu rıhtımından çıkan, uzaklaşan Etrüsk vapurunun ufuklara
dağılan baca dumanı ve rıhtımdakilerin vapurdakilere salladıkları mendil ve göz yaşları
gibi oluşuna hiç benzemiyor. Yeşilköy Havaalanı salonları sesiz, insanlar
dünyanın her tarafına uçmak için her biri kendi yönünde, ne ağlaşmalar ne bağırışımalar,
göze çarpan tek şey bazı köşelerde kümelenmiş biz gibilerin birbirleri ile
kucaklaşıp sessizce vedalaşmaları. En nihayet babamın yanaklarından dökülen
göz yaşları ve eski tecrübesine dayanarak omuzuma koyduğu el ve nasihat
sözcükleri.
Zaman aynı
zaman değil, aradan otuz yıl gibi uzun bir zaman geçti. İsrail Devleti bütün
güçlüklere, harplere rağmen gelişti, güzelleşti, Ortadoğu’nun en kuvvetli, en
modern en demokratik, onu halen kabullenemeyen Arap memleketlerinin çıbanbaşı
memleketi haline geldi. Bizleri tek ırgalayabilecek mevzuyu, hayatımız boyunca
yalnız tarih kitaplarında kılıç ve top seslerini duyan bizlerin hakiki canlı
olarak yaşanan harp memleketine giderken yaşın verdiği heyecan ve korkusuzluğa
bağlı olsa gerek düşünmüyoruz.
Artık son
kucaklaşmalar sessizce ağlaşmalar ve yanaklardan dökülen tuzlu üzgün yaşlar. Yeni
memleket vazifesini bitiren kardeşime sarılırken içimdeki acayip hissim ‘onu ne
zaman tekrar saracağım kucaklayıp kukusunu hissedeceğim, aramızdaki uzaklık
bizlerin arkadaş olmamıza mani olacak mı? Onun özlemine dayanabilecek miyim?
Artık bütün bunları düşünmek için vakit çok geç pasaport kontrolü, kısa bir bir
yol ve bizler arkaya baka baka uçağın merdivenlerine tırmanıp kendimizi uçağın
içine atıyoruz. Ne sallanan mendiller, ne Marmara’nın mavi suları, ne
Sarayburnu köşesinde uzaklaşan vapurun istim ve son düdüğü ile ufukta kaybolan
el sallayan insanlar. Düşünce ileride muvaffak olup tekrar büyüyüp yeşerdiğimiz
memleketimize gelip herkese kendimizi göstermek.
Uçak bütün
kuvveti ile burun verip ufuğa uçmağa başlaması ile iki saat gibi kısa rahat bir
uçuştan sonra Tel Aviv hava alanına tekerleklerini sürttüğünde içim bir hoş
iken ben Janti’ye, Janti bana bakarken sanki biz birbirimizi sevdikten sonra
hiçbir güçlük bizi yolumuzdan edemez demek istercesine sarıldık, sarıldık.
Uçak
kapısından çıktığımızda suratımıza Antalya Hava alanına indiğimizde hissettiğimiz
sıcak rüzgâr bizlere hoş geldiniz, bu Hamsindir dercesine karşılandık. Memleket
göçmen kabul eden olduğundan biz ve diğer doktor arkadaşlar ve hanımları ile
birlikte muhaceret kısmına alınırken etrafta alışagelmediğimiz yüksek sesle
konuşmalar, karşıdan karşıya müzakereler, el ve kollarla konuşmalar ve
anlamadığımız motorize kutsal İbrani lisan. Sıra halinde olan bölünmüş
kısımlara girip muhacirlik işlemlerini tamamladıktan sonra diğer doktor
arkadaşlarla birlikte numaraları birbirini takip eden kırmızı muhacir kartları ve
bir miktar başlangıç harçlık parası aldıktan sonra merakla İbranice olarak
isimlerimizin nasıl yazıldığına baktığımızda birbirimizin yüzüne bakıp gülerken
heyecandan yüksek sesle Türkçe konuşmaya başladık. Etrafımıza baktığımızda
bizlere dikkat edip kızan kimseyi göremedik. İşte istediğimiz demokrasi
serbestlik.
Bütün muameleler
bitip hava alanından çıktığımızda arkadaşlarım Sohnut’un yönlendirici adamı ile
Aşdot diye tanınan yerin ’’Ulpan Akademaim’’ lojmanına gitmek için taksiye
binerken bizleri amcam ve Jantinin ablası karşılıyorlar. Her ne kadar sevinç ve
güleryüz ile karşılanıyor isek te içimde acayip bir his ‘’senin ne işin var, bilmediğin bu
memlekette, tanımadığın bu insanların evlerine yeni evli olarak girip onları
rahatsız etmek’’ diyor.
Niçin bizler
de diğer arkadaşlarımla beraber gitmedik düşüncesi o akşam beni uyutmadı. Ancak
yaşın verdiği tecrübesizlik, arkada bıraktığımız bizlere tembihleri ve
nasihatleri ve aile terbiye ve bağları bizlerin bu yeni memlekette ilk
yanlışlarımızı yapmamıza sebep oldu. İlkokul ve liseden kalan hafif İbranice lisanımın
bana verdiği cesaretle ilk gün sabahında millete derdimi anlatmaya yeterli
olurken Janti’nin de tercümanı oldum.
Sabahın orta saatlerinde
etrafı tanımak için Bat Yam’ın deniz kenarına doğru gittiğimizde buranın
yepyeni apartmanlar, genç insanlar, deniz karşısı küçük gezinti şeridi, mavi ve
dalgalı bir denizle karşılaştık. Memleketin ilk misafir günlerini geçirdikten
sonra biran evvel bulunduğumuz evi terk edip kendi köşemizi bulma zamanının
geldiğini hissetmeğe başladım bu anda biran evvel de iş bulma çarelerini
aramaya başladım. İlk adım babamın kardeşi Yafodaki Gantamar kısmında olan
bakkal dükkânındaki müşteri tanıdıklığı ile deniz karşısındaki DONOLO
hastahanesinin iç hastalıklar servisinde bir yer ayarlandı. Nihayet sevdiğim
hastahane kokusuna ve koğuşlarına kavuşuyorum.
Sıcak bir
akşamüstü Bat Yam’daki emlakçıları dolaşırken önümüzde lise arkadaşım Moriz
Razon’a rastlamamız o andan itibaren her şeyin daha çabuk ve daha düzenli
gitmesine sebep oluyor. Ne demişler, parada zengin olma, arkadaşta zengin ol. Artık
kendi kiraladığımız güzel evimizde istediğimiz zaman yıkanır istediğimiz zaman
kalkar, istediğimiz şeyi yer, istediğimizde güler istediğimiz zaman sevişir
ağlarız.
Denildiği gibi
kolay bir memleket seçmediğimiz her şeyi ile belli oluyor. İnsan mantalitesini
hemen kavramak çok güç olmasına rağmen kendimizi yeni komşularımıza sevdiriyor
ve yavaş yavaş onlar gibi sıcağın verdiği gereklilikle şort ve atletle sokağa
çıkar olduk. Janti ortama uyabilmek için bütün vesait güçlüğüne rağmen haftada
iki gün Tel Aviv’deki Ulpan Meir dershanesine gidip lisan öğreniyor. Evimiz
gayet rahat ve ferah eşya olarak şimdilik Türkiye’den getirdiğimiz yatak
odasından ayrı mutfakta bir masa ve dört iskemleden başka salonda düğün
hediyemiz olan bakır sinelin karton kutuların üstünde olmaları bize birazcık
memleketi ve özlemi gideriyor.
Artık Bat Yam
yavaş yavaş Türkiye’den göç edenlerin buraya yerleşmeleri, yeni eski
arkadaşlıklar yenilenmesi, eve gidip, gelişler ile Türkçe lisanı her şeye hâkim
oldu. Gelenlerin çoğu bizim gibi üniversite mezunları olup birçoğu
evliliklerinin ilk adımlarını bizim gibi burada atıyorlar. Gaye hem İsrail gibi
yeni, modern, ilerlemekte olan Yahudi memleketinde olmak ve aynı zamanda aile
ve kendilerine muvaffakiyetlerini ispat etmek. Herkes için bu başlangıç çok zor
fakat yıkıcı değil.
Geçen seneler
zarfında dirsek çürütüp, kafa kırıp muvaffakiyetle alınan üniversite
diplomaları biraz sonra Tel Aviv’deki Tahta Kale üniversitesi sayılan Levinski
üniversitesinde açtıkları dükkânların duvarlarına bir gurur işareti olarak
asılıyor. Bunu yapamayanlar çoktan bu diplomaları dolapların derin bir
köşesinde veya köşedeki kutularda bırakıp unuttular.
Herkesin tek
amacı gençliğin verdiği güç ve heyecanla biran evvel muvaffak olup geçinip
ispat etmek.
Bütün güç ve sıcağın
verdiği sıkıntılara rağmen artık Türkçe lisanından başka televizyon ve
radyolarda haberler dinleniyor. Başka çare yok, ya bu deveyi güdersin ya da bu
diyardan gidersin.
İlk altı ay
Donolo hastahanesinde bedava nöbet ve az bir maaşla istemediğim dâhiliye
servisinde çalıştıktan sonra en nihayet çok özlediğim cerrahi mesleğim için Ramla
semtine yakın olan Assaf Harofe Hastahanesine kabul edildim. İsrail’deki buna
benzer bütün devlet hastahaneleri bir birlerine yapı itibari ile benziyor. Baraka
sistemi. Bu sistem İsrail Devleti kurulmasından evvel burada hükmeden İngilizlerin
sistemi... Barakalar birbirlerine çok yakın çok hafif tahta ve betondan inşa
edilmiş, birbirlerine dar beton prozdor ve saçtan yapılmış V şeklindeki
damlarla bağlanıyor. Hastahane eskiden okaliptüs ağaçları arasında bir İngiliz
askeri kampı imiş. Hastahane yaşamakta olduğum Bat Yam’dan gayet uzak gidiş
gelişlerimi hastahanenin verdiği personel servisi olan iki taraflı ve ortasında
uzun oturma sıraları olan kamyonla sabahın altısında ve dönüşü nöbetçi
olmadığım günlerde öğlenden sonraları saat dörtte yapıyorum. Dediğim gibi kolay
bir zaman değil fakat muvaffak olmak arzusu her şeyi unutturup siliyor.
Hastahane eski
bir yer olmasına rağmen temiz ve daima bu baraka ve prozdorlar boyanıp duruyor.
Bunun nedenini sorduğumda cevabını hemen almış oldum. MİLLET ÇALIŞMALI VE
GEÇİNMELİ.
Tabiat insan vücudunu
öyle bir şekilde yaratıp geliştirdi ki bütün mahlûkların en mükemmelini kıldı. Bu
mükemmel bütün herhangi bir şekilde hasar gördüğü bir anda onun tamirini tababetin
cerrahi dalına emanet etti.
Cerrah, ona
tabiat tarafından emanet edilen bu harikanın tamir ve bütünlemenin icrası için
gayret eder. Bunu ameliyathane dediğimiz hastahanenin en kutsal yerinde yapar. Cerrah
bu kutsal tapınakta ilkin kutsal sessizliğini hissettikten sonra en yakın
arkadaşı anestezi doktor arkadaşından iznini ve duasını istedikten sonra
neşteri elinde tanrıdan kendine ve hastasına yardım duasını ettikten sonra pür
dikkat lüzumlu ameliyatına başlar. Bu mukaddes vazifeyi yapıp bitirdikten sonra
tapınaktan çıkarken hakkı olan tam bir primadonna gibi çıkar, böyle hisseder ve
hareket eder. Bu tapınağın kutsal havasını bozmak için hiçbir kimseye ve hiçbir
şekilde hak tanınmaz. Zira bu böyle gelmiştir ve böyle devam edecektir.
Cerrahide bir gerçek
vardır. Her cerrahi müdahale hasta için büyük müdahaledir. Küçük müdahale
yoktur. Küçük cerrah vardır. Ameliyat öncesi hastanın hissettiği korkuyu anlamak
ve anlatmak o kadar zordur ki inandığı, itimat edip mukaddes vücudunu teslim
ettiği kışı olan cerrah onu rahatlatır inandırır. Hasta itimadı kırıldığı veya güven
duymadığı cerrah ve doktora ne gelir ne de ismini hatırlar.
Artık çok
sevdiğim ve hasretini duyduğum ameliyathane kokusu ve projektörlerine kavuştum. Ameliyathane uzun bir koğuş ve dört tane ameliyathane
odası ve tel örgülü, buzlu camlı
pencereleri arı kovanı gibi çalışan, genel ortopedi, jinekoloji, kulak burun ve
bütün genel cerrahi ameliyatlarını yapan bir yer. Zaman geçtikçe herkes beni,
ben herkesi tanıyor ve çok seviliyorum. Neden
olmasın. Ben ameliyathaneyi en kutsal bir tapınak olarak kabul edip, içinde
çalışanları kutsal görüp onlara saygı ve hürmet ettikçe onlarda bana
karşılığını veriyorlar. Ameliyathane odalarının hepsinde klima aleti olmadığı
için yazın tel örgüye bağlanarak açık pencerelerle etrafa baka baka ameliyat
yaptığımız günler az değil ve hepsi muvaffakiyetli.
Bütün bunları
görmek için ne vakit ne de sebep var. Burada
modern ileri tababeti görüyor, öğreniyor ve ilerliyorum. Servis şefim babacan,
güler yüzlü, eskiden Almanya kamplarından çıkmış altmış yaşlarında tombul tombul
elleri sol kolunda Alman kamplarında verilmiş numara tauajı olan çok bilgili ve
maharetli ameliyatlar yapan bir insan.
Servis yalnız
genel cerrahi değil aynı zamanda bütün üroloji vakalarını görüp tedavi ettiği
için bir taşla iki kuş tutuyorum. Servisteki çalışma şeklim servis hastalarının
kabulü, diş poliklinik hasta kabul ve görülmesi, haftada üç gün sabahtan akşama
kadar ameliyathane ve onun arkası haftada üç veya dört gece nöbetçi...
Bir iki hafta
serviste çalıştıktan ve ona ameliyatlarda asistanlık yaptıktan sonra bir
akşamüstü yarın bu hastanın safra kesesi ameliyatını yapacaksın dediğinde acaba
İbranicem iyimi? İyi duydum mu? Kendi kendimi kontrol ederken hemen gözlerimin
önüne eski Amerikan hastahanesindeki şefim Jül Barbut geldi. Demek ki artık
asistanlığım safra kesesi ameliyatı için yeterli hale geldi. Sevincim ve heyecanım
sonsuz, korkum da o kadar.
Bu memleketin
vatandaşlarına vermiş olduğu sağlık sigorta şekli bizim Türkiye’de hiç
tanımadığımız bir şekil ve teşkilat. Her İsrail vatandaşı kanuna göre vatandaş
olduğu günden itibaren sağlık bakımından garantili olup Kupat Holim denilen
sigorta şirketine bağlıdır. Bu sigortanın aidatı her ay kazandığı aylığından
kesilir. Hasta doktor görmek istediği anda bu şirketin her şehir ve köyde var
olan şubesine gider muayene olur ilacını alır ve para vermez. Gören doktor
ihtiyaç gördüğü takdirde muayene ve laboratuvar bilgileri ile birlikte ya
devlet veya Kupat Holim hastahane dış polikliniklerine veya acil servise yollar.
Bundan başka hasta kendisi ihtiyacına göre şahsi olarak acil servise müracaat
edebiliyor. Bu şekil bir teşkilat vatandaşına sağlık bakımından hem büyük bir
ferahlık hem de doktor için erken teşhis ve tedaviyi sağlıyor.
Yeni evimizde
artık pek yalnızlık hissetmemeğe başladık. Her yeni göç eden arkadaş, dost ve
tanıdıklar evi doldurmağa başladılar. Kısacası kazika de Moşe Rabinu. Herkesin
yeni muhacirlik problemleri, memleket özlemi, aile haberleri, yemek sohbetleri,
hepsi Türkçe ve arada olur olmaz fıkralar, kelime oyunları, gülmeler,
gülüşmeler, gençliğin verdiği heyecan ve sevinç devam ediyor.
İlk yılbaşı
gecesi henüz sandıklardan çıkarılan smokin ve uzun şık kıyafetlerle yine bizim
evde yapıldığında komşular hep beraber koridora dizilip gelenleri abuk abuk
seyrederken dedikleri tek şey, ne bu? Purim bayramına daha iki ay var! Böyle
kıyafetler ve tantanalar İsrail’de ne zaman göreceğiz? Burası şimdilik meçhul...
Hastahaneye
gidip gelmek, gittiğim hastahanenin servis şekli, zamanın geçip vergisiz araba hakkımın
kaybolma tehlikesi yüzünden Türkiye’den bize verilmiş olan paranın bir kısmı
ile araba almağa karar verdik. Mesele şimdi hangi arabayı almak... Ben
hayatımda araba kullanmış bir insan olmadığım için bir müddet şoför kursu
gördükten sonra arkadaşlarla uzun uzun münazaralardan sonra ve bir sürü araba
broşürleri topladıktan sonra karar kılındı, en küçük arabalardan W.Wagen. Fakat
aynı fiyata çok yakın olan Fransız arabası Peugeot’ya kararı arkadaşım Moriz ve
İsmail verdiler. Araba gözümde o kadar büyük göründü ki boyu rüyalarıma kadar
girdi. Arabayı aldığımız gün direksiyona geçtiğimde elim ayağım zangır zangır titreyerek
evin önüne zorlukla getirebildim. Akşam
gözüme uyku girmiyor her an sanki arabayı çalıyorlar hissi ile habire kalkıp
pencereden aşağıdaki arabamı seyrediyor, küçük çocuk gibi seviniyor ve yarın
sabah nasıl hastahaneye gideceğimden korkuyorum. Artık evimiz ve arabamız var, işler
yavaş yavaş rayına oturmaya başladı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder